31 Ağustos 2011 Çarşamba

Mayıştım iyice

   İlk defa bir hafta boyunca hiç post girmediğimi fark ettim. Böyle az post girenlere kızıyorum çünkü yazıları okumayı seviyorum. :) Neden giremedim çünkü bütün hafta sabah akşam Supernatural seyrettim. Hani öyle meşgul falan olduğumu sanmayın yani. İzledikçe daha çok mayıştım, daha çok uykum geldi ve daha çok izledim. Baya sardı yani.


   Almanya'dan gelen kuzenimle vakit geçiriyoruz. Türkiye'ye gelmeden önce Yunanistan'da tatil yaptılar. Kavala diye bir şehir. Çok komik bir ayrıntı dikkatlerini çekmiş. Şehrin merkezindeki Constantinapolis tabelası. Yani nasıl içlerinde kalmışsa hala ülkede İstanbul yönünü gösteren tabelalar varmış bilmem kaç km kaldı diye. Acıdım valla yazık. :)






   Bu arada bir şeyi merak ediyorum. Ben her yeni izleyicimin blogunu kesinlikle ziyaret ettim şimdiye kadar. 84 kişi oldu, blogu olan herkesin bloguna baktım, bağlantısında blogu görünmeyenlerinkine Google'dan baktım. Bundan sonraki her izleycime de bakacağım gibi görünüyor. Siz de öyle yapıyor musunuz onu merak ediyorum yoksa benim manyaklığım mı ? :)  Yapanlar varsa da ne zaman pes ettiler falan. Yüzlerce izleyicisi hatta binden fazla izleyicisi olan bloglar artık yeni izleyici geldiğinde dikkat etmiyorlar mı mesela. Böyle saçma şeyleri merak ediyorum bu ara.


   Ayrıca ben eyeliner sürerken çok zorlanıyorum. Püf noktasını bilen biri söyleyebilir mi lütfenn :)


   Ve ayrıca Hilal Cebeci'den çok nefret ediyorum. Neden böyle taktım bu ara anlamadım. Halbuki malın teki yani. Bu arada Ak Parti gençlik kolları başkanının söylediği söze bittim. Biliyorsunuzdur panpiş "Beni neden Somali'ye götürmediniz?" demiş. Gençlik Kolu Başkanı da "Onların ekmeğe ihtiyacı var kaşara değil." demiş. Çokkkk güldüm. Gerçi görevinden uzaklaştırılmış ama bence terfi etmeliydi. :))


  

30 Ağustos 2011 Salı

Mim 6#

   Canım Ezgi'cim beni mimlemiş. Konusu "Hangi Prensessin ?" Bu mim biraz mynetteki hangi sebzesin, hangi mevsimsin testleri gibi olmuş ama olsun prensesleri hepimiz severiz :)



Cinderella / Külkedisi :
[ ] Ebeveynlerinden biri vefat etti.
[ ] Cok ev isi yapman lazim
[*] süslenmeyi seviyorsun
[*] hayvanlari seviyorsun
[ ] annen cok sert
[ ] seni kiskanan kiz kardeslerin var
[ ] görüsünü söylemekten korkuyorsun
[ ] ayakkabilarini bikere arkadasinin evinde unuttun
[ ] sari sacin var


Jasmin / Yasmin :
[ ] Baban zengin/ önemli biri
[*] aptal degilsin
[ ] sen ötekinler gibi degilsin, degisiksin
[*] hayatta parasi cok oldugu icin birisiyle evlenmezsin
[*] kendine cok hedef koydun
[ ] fazla arkadasin yok
[*] özgürsün
[ ] zenginsin
[ ] ebeveynlerin hayatini kontrol etmek istiyor


Arielle: 
[*
] ebeveynlerinin seninle ilgili beklentileri cok
[*] kurallara uymaya calisiyorsun ama zor geliyor
[*] kiskirticisin azcik
[ ] 3ten fazla kardesin var
[ ] birsey topluyorsun
[*] uzun sacin var
] ev hayvani olarak balikin vardi 
[*] fazlaca meraklisin
[ ] cok safsin, herseye inaniyorsun


Schneewittchen / Pamuk Prenses :
[*] cirkin olmadigini biliyorsun
[ ] annen bazen seni kiskaniyor
[ ] az kalsin öldürülüyordun bi kere
[ ] Gida zehirlenmen vardi bikere
] kisa sacin var
[ ] herkesle gidersin, tanimadigin insanlarlada
[
 ] tüm arkadaslarin farkli
[ ] severek konusuyorsun 
[ ] disarida icerden daha mutlusun


Mulan / Mulan savasci prenses :
[ ] erkek fatmasin
[ ] ailen/arkadaslarin biraz daha kiz gibi olmani istiyorlar
[ ] baska biri oldun bikere,kendin oldugun gibi olmadin
[ ] birisiyle kavga ettin
[ ] evden kacmayi düsündün
[ ] ebeveynlerin senin hayatini planliyorlar
[ ] iyi zamandan daha cok kötü zamanin vardi
[*] aileni okadar cok seviyorsun ki, onlari korumak icin herseyi yaparsin

Dornröschen:
[ ] ebeveynlerin olmadigi insanlarla beraber yasiyorsun
[ ] az kalsin genc ölüyordun
[*] sen nazik, sevgidolu ve düsüncelisin
] sarki söyliyebiliyorsun
[*] hafta sonlari gec saate kadar uyuyorsun
[ ] cogu zamanini disarda gecirmeye calisiyorsun
[ ] manevi evlatsin, ebeveynlerin esah ebeveynlerin degil
[*
] cok romantiksin
[ ] pembe en sevdigin renklerden biri




Pocahontas:
[ ] büyük illeri gezmeyi seviyorsun
[ ] dindar degilsin, daha cok spiritual
[ ] seninle ayni kökenli(türk) olmayan birisiyle çıktın
[ ] ailenden birini kaybettin
[*] ebeveynlerin seni cok koruyor
[ ] ailenden biri savasta suan
[*] dogayi seviyorsun
[ ] siyah saclarin var
[*] daha güzel daha egzotik bir yere tasinmak isterdin



   
   Gördüğünüz gibi Arielle çıktım. Denizkızı olduğundan ve kızıl saçlı olduğundan gerçek benle örtüşüyor. Sen denizkızı mısın lan diyeceksiniz. Evet denizkızıyım ben. Şu an da dolayısıyla deniz seviyesinde yazıyorum. Nemo da yanımda.


Ben de pembemoralg ve Senorita'yı mimliyorum.



23 Ağustos 2011 Salı

Galata'daki olayın iç yüzü ve beynini kullanmayı bilmeyen insan manzaraları

   Bu ülkede bir hastalık var. Yanlış bağlantı hastalığı diyeceğim buna. Mesela bir olay oluyor, arkasından olan tüm saçma sapan olaylar o olayla bağdaştırılıyor. Hiç mi gerçekten alakalı yönleri yok ? Tabi ki var. Şimdi bahsedeceğim konuda bağlantı var ama o kadar uzak ki.


   Konumuz Kuledibi'nin boka sarması. Sen neden yorum yapıyorsun bu konuyla ilgili, nereden biliyorsun gerçekten olanları, yakından gördün mü diye sormayacağınızı, çünkü cevabı tahmin edebileceğinizi düşünüyorum. İstiklal Caddesi'nde masalar kaldırıldı. Olayın iç yüzünü anlatayım. Sayın Tayyip Erdoğan nedense Galata Kulesi çevresini gezmek istemiş. Orayı bilenler bilir. Enginar Cafe, Güney Restourant gibi yerlerin dışarıdaki masaları yüzünden geçecek yerimiz kalmadığını da bilirler. Başbakan orayı gezerken masalardan dolayı geçememiş ve Beyoğlu Belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan'dan bir düzenleme yapmasını istemiş. Bu arada cafelerden birinin garsonu "Oo başbakanım şerefinize" diye içki ikram etmiş. E ramazan günü Tayyip Erdoğan'a suratında sırıtma ifadesiyle içki ikram edersen olacağı belli. Sinir katsayıları artmış falan fıstık. Normalde her mekan için dışarıda 3-5 masa izni var, ama bazı yerler çok masa koyuyorlarmışmış. Bu nedenle (Ramazan'ın sonuna kadar!) masalar kaldırılmış ve bir düzenleme yapılacakmış bayramdan sonra. İstiklal Caddesi'nde oturacak mekan kalmadı ve 2000 den fazla kişi işten çıkarıldı. Ayrıca bazı günler siftah yapamayan mekanlar var. 









   Bu durumdan rahatsız olan 100 kişi facebooktan anlaşmış ve Kuledibi'nde içelim demişler. İçsinler tabi ki en büyük hakları. Kimse kimsenin içki içmesine bir şey demez. Demediler de zaten. Günlerdir her gece en az 100 kişi Kuledibi'nde yerlerde oturup içki içiyor ve orada uyuyor. Hiçbir sorun yok. Tabi Kabahatler Kanunu diye bir sorun var onlar için o ayrı. Şimdi herkes ne diyor ? Ak Parti içki içme hürriyetini kısıtlamış. Peki bunu diyenler şunları biliyor mu çok merak ediyorum. Orada içki içen insanlar olayı abarttı. Bira yüzünden mesanelerinin patlamasına gönülleri el vermedi ve Kuledibi'ne, yolun ortasına işemeye başladılar. O kadar insan tuvalet ihtiyaçlarını yolun ortasında giderdi. Orada bulunan kapısı açık apartmanları kullanıp sevişmeye başladılar. Bazısının homoseksüel olduğunu önemsemiyorum bile. Hatta bazıları yattıkları yerden yaptı bunu. Çöpleri, sidikleri derken Galata boka döndü. Orada oturanlar şikayet ettiler, Anemon Otel dahil. Polis geldi ve uyardı. Ama onlar uyarılara kulak asmadılar ve devam ettiler. Hatta polise inat üst sokaklara çıkıp oraya işemeye başladılar ve camdan bakanlara "siz de yukarıdan işeyin, biz de aşağıda işiyoruz haha" dediler. Sonra ne oldu ? Sonunda polis müdahale etti. Şimdi ne arkadaşlar, suç masaları kaldırma kararını veren Ak Parti hükümetinin mi, kolluk kuvveti görevinin gereği olarak kamu düzeninin esaslarından olan dirlik ve esenlik sağlama amacıyla olaya müdahale eden polisin mi, apartmanları sidik kokan ve ertesi gün işe gidecekleri halde uyumak yerine o grubun söylediği şarkıları dinlemek zorunda oldukları için şikayet eden Kuledibi sakininin mi, yoksa daha onaylamadıkları bir şeye nasıl tepki göstereceklerini bile bilmeyen, dozunu kaçıran grubun mu ?


   
Sözlük yazarları hala iranmış, şakirtlikmiş, dincilikmiş konuşuyor. Lan oğlum insan olun biraz, gelip sizin evinize işeseler hoşunuza mı gidecek ? Hala kendi beyinleriyle düşünemeyenleri anlarım, olayların iç yüzünü bilmeden hükümete atıp tutanların toplumda yer edinme ve modaya uyma çabalarını da anlarım, gerçekten hükümetin icraatlarının çok saçma olduğunun ve polisin orantısız güç kullandığının farkındayım. Ama bu olay farklı. Biraz beyninizi kullanın. Orada gerçekte ne olup bittiğinden haberiniz yok. O yüzden haddinizi bilin biraz.


   Bu da aynı olayla ilgili Ayşe Arman'ın yazısı.
   

21 Ağustos 2011 Pazar

Avukat kanunda yazanı söyledi diye yalancıysa, yalancı olmakla bir sorunum yok o halde

    Hep diyorum ya, karşınızdaki bir söz söyler de sinirlenirsiniz. Yapılacak üç şey vardır; sinirinizi belli edecek derecede ağır bir tepki vermek, ironi denen güzelliği kullanarak sakince lafı yapıştırmak ya da sadece susmak. Ben asla susamam bir kere. Susarsam var ya hayatım boyunca unutamam ve neden sustum diye kızarım kendime. İki sene önce bir şeye susmuştum hala içimdedir. Bu yüzden artık hayat felsefem cevap vermek yoksa kendi kendimi yerim valla. :D


   Şimdi nereden başlasam anlatmaya, benim bir teyzem var. Aslında anlatılmaz yaşanır bir kadın ama ben anlatmaya çalışacağım. Eğer bir gün bu blogu okursa çok kötü olacak sanırım. Ama okumaz heralde neyse. Kendisi çok bencil, egoist, para düşkünü, çıkarcı bir insandır. Eğer size çok iyi davranıyorsa %500 bir isteği vardır. Sırf bazı konularda düşüncelerinizi değiştirmek için yalan söyler. Kendi çıkarları için de. Ve gözlerinizin öyle içine bakar, anlattığı şeyi öyle coşkulu anlatır ki, benim gibi aileden biri olup onu tanımazsanız hayatta anlayamazsınız yalanını. Sıcak davrandığında çok sıcaktır ama kesin bir sebebi vardır.


   Kendisi ilk evliliğini 18 yaşında yaptı ve iki kızı oldu. 7 sene sonra aldı çantasını bize geldi. Çocuklarını da almamıştı yanına. Uzun bir süre çocukları görmek istedi ama göstermediler. Neyse sonuç olarak bu evliliğin boşanma davası 10 yıl sürdü. Bu arada başka biriyle tanıştı ve bir oğlu oldu. Avukatlarla baya haşır neşir oldu yani. Ayrıca başka şeylerde de avukata ihtiyacı oldu. Yani baya illallah etmiştir. 


   
   Bunları neden anlattım ? Çünkü biraz sonra söyleyeceğim kaba lafı etmesinin sebebini teşkil ediyor bunlar. Geçen anneannemlerdeyken teyzem avukatların aşağılık ve yalancı insanlar olduğunu söyledi baya. Şimdi insan denen varlık, haklarım var der ama ne olduklarını bilmez. Biz avukat olarak kendimizin ve aynı yerde yaşadığımız tüm insanların bütün haklarını biliyor olacağız. Sen daha haklarını bilmekten, dolayısıyla kendini savunabilmekten acizken, seni savunabilecek tek varlık olan avukat hakkında böyle konuşamazsın. Hele ki bu benim 2 sene sonraki sıfatımsa. Şimdi ben ona orada bu şekilde sinirli konuşmadım. Cevap vermek için genelde ironiyi kullanmayı severim ama verdiğim cevaplar o an için karşımdakini göt etmeye yeterli olur mu bilemem. Dayımlar falan da orada olduğundan çok belli edemedim sinirimi, sadece güldüm, onunla dalga geçtim, ve "sen sus bence, ilerde yine kesin ihtiyacın olur senin avukata" dedim, ve herkesle birlikte baya bir güldüm. Davalardan, avukatlardan 10 yıl çektiğini bilmesem gerçekten daha ağır bir tepki verirdim. Ama yeri değildi.




    Bir insan birini öldürmüşse ve yasada onun cezasını indirici bir sebep varsa, o insan o sebebi kullanır. Bu en büyük hakkıdır. Mesela sen adam öldürmüşsün ama adam eşine küfür ettiği için sinirlenmişsin. Öldürmek hakkındır ceza çekme demiyoruz ki, sadece haksız tahrik yüzünden cezası azaltılır diyoruz. Avukat sırf o sebebi söyledi diye yalancı oluyorsa yalancı olmakla bir sorunum olmaz o halde.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Anket yaptım, oylayın lütfennn

   Arkadaşlar, Jano'nun yorumundan dolayı işkillendim, sağ tarafa bir anket koydum. Arka plan yeni biliyorsunuz. Desenleri yüzünden yazının okunması zorlaşıyor mu sizce? Yorumlarınıza göre değişiklik yapacağım yazıda. :) Es geçmeyin anketimi !!!! (işaret parmağı uyarı anlamında sallama modu)

Blogger N'lerini Seçiyor !

   Blogger'ın N'lerini seçiyoruz. Gerçekten eğlenceli bence. Ayrıntıları Birinceses'in şu yazısından öğrenebilirsiniz. Benim seçtiğim kişiler de mim yazarak kendi seçimlerini yapacaklar. N'ler kim olacak bakalım :)

En İyi Tasarıma Sahip Blogger : Birinceses

En Güncel Blogger : MissboneSıla

En Meraklı Blogger : Mia Wallace

En Çok Gezen Blogger : éllaWear a Smile

En Çok Bilgilendiren Blogger : LydiaCarlo Magno

En Çok Eleştiren Blogger :  Carlo Magno

En Çok Kendini Anlatan Blogger : Cips Yiyemeyen KızLazanya

En Akıcı Yazan Blogger : LeahIvır Zıvır Enstitüsü

En Aşık Blogger : MissboneEzgi'nin Günlüğü,  Nora (:P)

En Çok Güldüren Blogger : BlogmaniaRory

Her türlü soru, istek ve şikayetlerinizi birinceses@gmail.com adresine mail olarak atabilirsiniz. Ayrıca soru sormak için Formspring hesabımı, kısa yorumlarınız için deTwitter hesabımı kullanabilirsiniz. Mim ay sonuna kadar devam edecek ve bayramın ilk günü Blogger N'lerini seçmiş olacak. (Bu kısmı yazdığınız yazıların altına kopyalarsanız çok memnun olurum.)

19 Ağustos 2011 Cuma

Bugünkü mönümüzde biz, kendimiz varız, hadi yiyip bitirelim birbirimizi

   İnanıyorum ki, insanların psikolojileri diğer insanlar yüzünden bozuluyor. Günaydın lan mal mısın yok neden bozulacaktı diyenleriniz olabilir, haklısınız da. Ama demek istediğim sadece küçükken aileniz, öğretmeniniz ya da arkadaşlarınız yüzünden geçirdiğiniz ağır travmalardan ibaret değil. O ağır travmalar çok etkiler tabi ki. Ben 14, kardeşim de 12 yaşındayken annemle babam, sorunlarını benim pat diye öğrenmem ve pat diye küçük kardeşimle konuşmam sonucunda ayrıldılar. Biz kardeşimle, babamın bizle yaşadığı döneme dair hiçbir şey hatırlamıyoruz. 5 yaşındaki erkek kuzenim de anne babası ayrıldığından ve sürekli sorunlara şahit olduğundan dolayı sapıkça ve sadistçe hareketler yapıyor. 





   Ama normal ve mutlu bir çocukluk geçirmiş insanların hiç mi sorunu olmuyor ? Tabi ki oluyor hatta bazen çok daha ağır sorunlar. İlkokulda bir çocuğun parmak kaldırıp konuşurken arkadaşlarının ona güldüğünü bir düşünsenize, çocuk hayatı boyunca öz güven sorunu yaşayabilir. Bir toplulukta konuşması gerektiğinde yanakları kızarmaya, terlemeye başlayabilir. Ya da genç bir kıza sevgilisinin ya da yakın bir arkadaşının söylediği bir söz, örneğin vücuduyla ilgili kötü bir yorum o kızın kompleks yapmasına, kendine güvenmemesine sebep olabilir. Çok daha kötü örnekler var ama buraya yazmak istemiyorum. İnsanların birbirlerine neler yaptıklarını bir düşünsenize !


   
   Sadece bir kişinin düşüncesizce bir sözü gerçekten hayatı çekilmez hale getirebilir. Herkes benzeri örnekleri yaşamıştır hayatı boyunca, düşüncesiz biri yüzünden moralini bozmuştur. Bir kaç gün üzülüp sonra atlatabilenler ne ala, ama takıntı haline getirenler var. Ve insan denen varlık tüm bunları kendi yaşadığı ve bildiği halde hala etrafındaki kişilere karşı aynı düşüncesizlikle, özensizlikle davranabiliyor. Acaba üzülür mü kırılır mı diye düşünen kimse yok. Ya da o öyle bir insan onu öyle kabullenmeliyiz diyen kimse yok. Tamam karşımızdaki insanın bir yönünü düzeltmesi gerekiyorsa, bir hata yapmışsa uyarılmalıdır. Ama kimse uyarmayı, yardımcı olmayı tercih etmez, onun yerine dalga geçip aşağılarlar. Daha da kötüsü dedikodusunu yaparlar. En nefret ettiğim şey. Acaba arkamdan bir şey derler mi sorusunu kendime sormaktan nefret ediyorum. Ben hiç mi dedikodu yapmıyorum ? Yapıyorum. Siz de yapıyorsunuz. Ve sizin de dedikodunuz yapılıyor. Hepimiz insanız ve maalesef insan denen varlık o kadar yüce bir yaratık değil artık. Biriyle konuşurken, o kişinin laf arasında hoşunuza gitmeyen bir söz söylediğini düşünün. Haddi olmayan bir söz. Eğer o an ağzının payını vermezseniz içiniz içinizi yer. Halbuki o belki farkında bile değildir sizi ne kadar sinirlendirdiğinin. O kadar özensizdir insan ilişkilerinde. Farkındaysanız birbirimizi gerçekten zorluyoruz.


   Ee yaşamayalım o zaman, bunları kafaya takarak ömür mü geçer ? Geçmez. Ama önemli olan en yakınlarınıza gerçekten güvenmeniz. Daha doğrusu sadece güvenebileceğiniz insanlarla yakın olmanız. Şanslıyım ki benim arkamdan kötü konuşmayacağına, konuşan olursa da susturacağına emin olduğum insanlar var. Maalesef hayatımdan çıkaramayacağım kadar yakın olmak zorunda olduğum ve güvenmediğim insanlar da var. Napalım yani ölelim mi ?


   Bu ara yazdığım yazılara bakılırsa evet ölelim.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Hayal kurmanın da, düşüncelerin de bir sınırı olmalı

   Bazen düşüncelerim beni yoruyor. Ölüm, sakatlık ya da kaza gibi konulardan bahsedilmesin benim yanımda. Hemen sevdiklerim aklıma geliyor. Aklıma çok kötü senaryolar geliyor ve ben mal gibi hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum. Allah korusun yani evrendeki çekim yasası doğruysa bir an önce dursam iyi olacak, ki ben doğru olduğuna inanıyorum. 


  Sırf aklıma gelen kötü senaryolar yüzünden ağlayabilecek, sonra bunlar aklıma geldiği için kendime kızıp tekrar ağlayabilecek, ya da ağlamazsam neden ağlamıyorsun lan üzülmeyecek misin yoksa diye kendine kızıp ağlayabilecek iğrenç ötesi bir bünyeye sahibim. Anı yaşamak neden bu kadar önemli daha iyi anlıyorum. O an ne yapıyorsam ona konsantre olsam aslında, yaşadığım ana konsantre olsam, olmamış şeyleri olmuş gibi düşünmesem, çok fazla hayal kurup hayal kırıklığına uğramasam hayatım çok daha güzel olacak sanırım.




   Gerçekte olduğunda çok sevineceğiniz bir şeyin hayalini kurduğunuzda da içinizde bir sevinç olur. Ama o hayali elli kere kurarsanız ellincide de aynı heyecanı duymayı beklemeyin. Çünkü gerçekten artık o sahne sizin için tanıdık olur. Benim bunları anlamam zaman aldı tabi. Neden artık hayal ettiğimde heyecanlanmıyorum diye de ağladım çünkü. Gereksiz gerçekten gereksiz. Zamana bırakmak lazım. Ya daha sevgilimin askere gitmesine en az 5 sene var, okulunu bitirecek, belki staj yapacak, belki erteleyecek... Ama ben şimdiden onun stresini bile yaşayabiliyorum. O an geldiğinde, yani hayal ettiğim şeylerin gerçekleşeceği an, zaten üzülmem gerekiyorsa üzüleceğim, sevinmem gerekiyosa sevineceğim. Sevineceğimi çok düşünürsem beklentim çok yüksek olur ve o şey gerçekleştiğinde mutlu bile olsam hayalim o kadar büyüktür ki mutluluğumu hakkını vererek yaşayamam. Eğer üzüleceğim şey için önceden üzülmeye başlarsam gereksiz bir şekilde kendimi yıpratmış olurum. Sonuçta o an geldiğinde zaten o şeyin acısını dibine kadar yaşayabilirim. Hatta aklıma gelen kötü senaryoların gerçekleşme ihtimali de az olduğuna göre hiç yaşamayacağım şeyler için üzülmüş olup, bugünümden çalmış olurum.


   Aslında biraz günah çıkarma yazısı gibi oldu. Kendi kendime çözümler ürettim. Ama bu çözümlerin kesinlikle işe yarayacağından eminim. Deniyorum kendimi. Daha iyiym bunları uyguladığımdan beri. Hayal kurun ama sınırı olsun her zaman. Demek istediğim o.

16 Ağustos 2011 Salı

SIKILDIMMM

      İnsanların biyolojik saatine göre 11-3 arası uyuyor olmaları gerekiyormuş. Çünkü hücreler yenileniyor ve ertesi güne gerçekten dinlenmiş olarak kalkılıyormuş. Yani 3 ten sonra yatarsanız enerji toplayıp kalkmış olabilirsiniz ama vücudunuz yeterince dinlenmemiş oluyor.
Ramazanın başından beri 5 ten önce yatmıyorum ve artık ciddi ciddi kendimi yorgun hissetmeye başladım. Öğlen ikiye kadar uyuyorum hala mal gibiyim. Dün de saat 12 de teyzem arayıp uyandırdı.
     “Nora çabuk gel eve yarasa girdi” diye. Ne ayak lan diye çıktım, cidden girmiş eve perdenin arkasında duruyor. Biz kıpırdadığımız anda kafamıza doğru uçuyor. Yarasalar kör olduğundan sert yüzeyleri, konabilecekleri yerleri gönderdikleri elektromanyetik dalgalarla belirliyorlarmış. O yüzden kafamıza kafamıza uçuyordu sanırım neyse. Teyzem açmış önüne şemsiyeyi yarasa geldiği an uzaklaştırıyor. En son perdenin arkasına girdiği an teyzem oyuncak tüfekle indirdi kafasına. Düştü. Maalesef kanadı zedelenmiş.  İstemezdim ama evde yarasa da ilk defa görüyorum ne yapacağımızı şaşırdık. Üstelik kuluçka dönemleri olduğundan evlere girip kuytu bir köşede yavruluyormuş. Neyse ki öyle bir şey olmamış. Ama görseniz nasıl ince kanatları sırf deri, zaten fare gibi bir şey. Neyse iğrenç, aklıma geldikçe ürperiyorum.

     
    Gördüğünüz gibi hayatımdaki tek atraksiyon yarasa. Her gün evdeyim. Sevgilimle buluşmak, alışveriş yapmak ve liste yapıp uygulayamamak dışında hiçbir uğraşım yok. Zaten bir şey yapmaya enerjim de yok. Gerçekten bütün gün uyumak istiyorum. Bütün yaz tatilim böyle geçti, gerçekten acınacak haldeyim. Yaz tatili dediğin böyle geçmemeli, valla böyle geçmemeli ya. Geberdim abi evde oturmaktan yatağa yapıştım artık ya. Can sıkıntısından ölünebiliyorsa gerçekten büyük risk altındayım şu an. Çünkü gerçekten sınırdayım. Sıkıntının ve sinirin sınırındayım yani. Bare çalışsaydım da para kazansaydım ya. İçine ediyim böyle işin. 

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Beni Benden Alanlar Part 5


Geçen hayat’la bir cafeye gittik. Bir süre sonra lise öğrencileri geldiler. Tatil dönemi nereden anladın liseli olduklarını derseniz, hemen cevap vereyim, kızın kolunda kocaman harflerle Kurt Cobain yazıyordu. Yani tamam hepimiz ergen olduk ama o kadar da olmadık ! Yuh dedim. Özentilik, ilgi isteği, kendini kanıtlama çabası hepsi birbirine karışmış ve o kızda vücut bulmuş. Ama o cafede asıl beni benden alan başka bir şey vardı. Daha önce de gitmiştik oraya, garsonlar değişmişti bu sefer. Ama bu garsonların beceriksiz oldukları zaten belli. İki kahve içip kalkalım dedik. Baktım çocuk kahvelere hafiften bir şekil yapıyor ama anlamadım. Diğer garson getirdi kahveleri ama biraz döktüğü için şekli bozdu anlaşılan. Bu çocuk bizim kahvelerin üzerine çilek sosundan kalpler yapmış. Ne desek bilemedik. :) Bir de bağırıyor oradan “Ya ben kalp yapmıştım bozdu o yeaa” diye.  Neyse içelim artık dedim ama, yani siz deyin musluk suyu, ben diyeyim bir hafta beklemiş su, siz diyin iki hafta beklemiş su… Yani böyle bir kahve olamaz. Acelemiz var gibi kalkıp kaçtık oradan. Daha da gitmem. Kalplere rağmen gitmem.


Şimdi insanlar tatile giderler, çoğu zaman da yeni yerler deneme isteğinden dolayı hiç bilmedikleri bir yere giderler. Gezerler, fotoğraf çekerler, alışveriş yaparlar… Zaten her tatil yerinde de çarşımsı bir yer vardır. Orada anahtarlıklar, kül tablaları,  “… hatırası” yazan, duvara asılabilen, konsolun ya da sehpanın üzerine koyulabilen bir sürü süs vardır. Ve o tatilci kişi kesinlikle üstünde gittiği yerin isminin yazılı olduğu bir hatıra alır. Buraya kadar her şey normal. Anormal kısım, beni benden alan kısım buradan sonra başlıyor. Çünkü tatilci kişi alır o hatırayı size verir. Neymiş hediye almış. Arkadaşım ben napıyım senin hatıralarını ? Sen tatile gittin oraya, anıların vardır, benim evimde bir “… hatırası” neden olsun ? Ben oraya gitmedim ki ! Hayır hediye alacaksan anlamlı, kullanışlı, oraya özgü bir şey al. Neden bak sen gidemedin bare hatırası olsun diyerekten kül tablası, anahtarlık gibi herkeste zibilyon tane olan eşyanın ” … hatırası” olanını alıyorsun ? Tamam iyi niyetlisin, düşünmüş almışsın da her tatilden dönen aynısını yapıyor. Ben ne mantıkla bu hediyelerin alındığını anlamıyorum işte. Evde bir sürü hatıra var ama hiçbiri benim değil.


Kadınlar makyajı sever tamam, ben de severim. Değişik renkleri kullanarak güzelleşmek isterler, ben de isterim tamam ama göz makyajı hassas bir konu bence. Ya öyle kötü makyajlar görüyorum ki. Açıkça söyleyeyim ben renkli göz makyajından nefret ederim zaten ama gerçekten yakıştırarak yapmasını bilenler var. Ama bu insanlar o kadar nadir ki. Ya insan kendi düğününde palyaço gibi olmayı neden istesin ? Kuaförler size sesleniyorum. Gelin makyajında bütün göze maviyi moru bulamayın. Ya o gelinlerin yanında hiç mi arkadaşları yok, hiç mi onları seven biri yok ? Biri de uyarmaz mı kızım bu suratının hali ne diye ? Ben gelin makyajımı kendim yapmaya karar verdim bu makyajları gördükten sonra. Ama kendini öyle beğenen de var naparsın. Geçen bir resimde cırtlak turuncu elbisenin altına siyah ince çorap ve siyah ayakkabı giyen gördüm. Daha ne diyeyim ki.


Bu arada artık twitterım var.. Oradan da takip edebilirsiniz. :)

12 Ağustos 2011 Cuma

Mim 4#

   Aslında çok uykum var. Gecenin köründe yattığım halde erkenden kalktım nedense ama şu postu yazar yazmaz geri yatacağım. :)


  Bir İnce Ses beni mimlemiş. Mimin konusu " Çok beğendiğiniz, izlemekten asla sıkılmayacağınızı düşündüğünüz 3 filmi (Üçlemeler üç film olarak sayılacaktır), neden bu kadar beğendiğinizi de açıklayarak yazın."


   Kendimle ilgili 7 gerçek miminin konusunu kapsayan bir bilgi vereyim. Ben "en" lerimi sayamam. Yani çok saçma biliyorum ama yok galiba benim en im.  Yani ne saysam daha en i var gibi geliyor. Beni en çok üzecek şeyi sorsalar aklıma otuz tane şey gelir, gelmeyen kesin en im lan ne ki acaba diye düşünürüm. Stres olurum ya en im bu değilse diye. Böyle arkadaş ortamında en ler sorulduğunda da bi terlemeye başlarım, ne ki lan benimki, şimdi bana sorcaklar, bare düzgün bi cevap bulayım, niye en im yok lan benim diye mallaşırım. Sevgilimin film arşivi ve bana önerdiği filmler bu kadar mükemmel olmasa bu mimi de yazamazdım kesin. Hatta ona buradan teşekkür ediyorum :).


   Neyse uzatmayarak aklıma gelen en leri sebepleriyle sayayım. 
   The Fall : Benim bir filmde aradığım önemli özellikler sahneler ve müziklerdir. Bu film de bu açılardan muhteşem. Bir blogger bu film için "her sahnesi fotoğraf karesi gibi, sesini kapatıp bile izleyebilirim" demiş. Çok da güzel demiş. Anlatılan çok güzel bir hikaye var, sahneleri izlerken insan bazen şaşırıyor nasıl bir hayal gücü diye. Gerçek dünyanın dışında bir de masal dünyasını izliyoruz filmde. Çok keyifli, biraz da dramatik bir film.


   Mr. Nobody : Bu filmin de sahneleri ve müzikleri muhteşem. İkisinin ortak özelliği de hayal dünyasını çok iyi bir şekilde yansıtması zaten. Bu filmde bir çocuğun vermesi gereken bir karar ve bu kararın sonuçlarında yaşanacak üç ayrı olasılık, üç ayrı hayat var. Üç hayat da gayet keyifli bir şekilde işlenmiş, geçişleri çok iyi. Yine hayal gücüne hayran kaldığım sahneler var. Müzikleri tek kelimeyle mükemmel. İzlenmesi gereken bir film.


   Celda 211: Diğer iki filmden çok farklı tür olarak. Filmde genç bir gardiyan var. Yeni atandığı hapishaneyi gezmek için gittiğinde hapishanede mahkumlar bir isyan başlatıyor, ve genç gardiyanın hayatta kalabilmesi için mahkumlardan biri gibi davranması gerekiyor. Film böyle başlıyor ve çok akıcı bir şekilde devam ediyor. Gardiyanın açık vermemek için yapmak zorunda kaldıkları, bir yandan çıkıp hamile eşinin yanına dönebilme isteği çok güzel işlenmiş. Tavsiye ediyorum.


   Önceden mimlenenler varsa dikkate almasınlar, çok takip edemedim. Mimlediklerim:
   Carlo Magno
   beni güney kore'ye uçur
   Ezgi'nin Günlüğü

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Arkadaşlar iyidir, bok iyidir.

   Nazara çoğunuz inanıyorsunuzdur heralde. Ben de inanıyordum. Yani olabilir, neden olmasın tabi ki, zaten arkadaşım bluzumu beğenmişti üstüne sıcak çikolata dökülmüştü, iki kere de akik yüzüğüm çat diye kırılmıştı falan... Böyle sanıyordum ben. Ama değilmiş, çok çok ötesiymiş. Öyle kötü bir enerjisi varmış ki, en sevdiğinizle aranıza duvar örüyormuş, psikolojik olarak kendinizi bok gibi hissettiriyormuş ve düşüncelerinizi kontrol edemeyeceğiniz duruma getiriyormuş. 


   Biliyorum, Nora kötü olsun bok gibi olsun diye düşünmek değil, sadece içten içe kıskanmak yüzünden oluyor bunlar. Ama neden ? Yakın arkadaşlık böyle olmamalı. Dostlukta kıskançlık olmamalı. Ben, benim adıma sevineceğini bildiğim bir dostuma mutluluğumu içimden geldiği gibi anlatabilmeliyim. Lan ya nazar değdirirse diye düşünmemeliyim. Çünkü bilmeliyim karşımdaki öyle saf bir şekilde seviyor ki beni kıskanmaz.






   Çok nadir de olsa gerçekten böyle arkadaşlarım var sanmıştım. Biri yukarıda yazan şeylerin konusunu oluşturuyor, diğerini de şimdi anlatacağım. Lise 1 den beri en iyi arkadaşımdı. Birbirimizin burnu aksa silerdik o dereceydi. Onun sevgilisi başka bir ülkede yaşadığından çok özlerdi, ne zaman üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü bir durum olsa beni arardı. Ben habire aralarını düzeltirdim. Sevgilisi ne zaman Türkiye'ye gelecek olsa arkadaşımla alışveriş yapardık. Tatile gidecekleri yeri bile ben ayarlardım. Her şeyi konuşurduk, çok eğlenirdik. Sınıfımızdaki diğer kızlar saçmaladılar, içtiler, sıçtılar... Ama biz hep asildik. Hiç dalga konusu olmadık, hep mantıklıydık, uzaktan bakıp gülerdik saçmalıklara.


   Lise bitti. Her zamanki gibi asla ayrılmayacağız diye sözler verildi. İlk zamanlar görüşüyorduk, çok özlüyorduk birbirimizi. Bir şey olduğunda direk birbirimizi arardık. Ben üniversitede ince eleyip sık dokuyarak, uzun süre sonunda gerçekten anlaşabileceğim insanlarla arkadaşlık kurdum. Ama o çok daha kısa zamanda çok daha fazla kişiyle arkadaşlık kurdu. Beni daha az aramaya başladı. Bu arada benim pek arkadaşım olmadığını biliyordu. Bir gün aradım, ki hep ben arıyordum, arkadaşlarıylaymış. Sohbet edelim derken kızlar arkadan "off kapat ya gel hadi" falan dediler. O da "ayy kızlar çağırıyo bak sinirleniyolaar" dedi. Ben de şakayla karışık "oo iki günlük insanlar 6 senelik arkadaşının telefonunu kapattırıyo vay anasını" dedim. Ama ne kapris yaptım, ne yüzüne vurdum. Aradan zaman geçti. Sevgilisiyle kavga etti, yine beni aradı. Ben aralarını düzeltmeye çalışırken, sevgilisi bana o kadar ağır bir laf söyledi ki, öyle bir hakaret etti ki, daha tek kelime etmedim. Ve arkadaşım beni savunmayı bırakın, tek kelime etmedi. Sonrasında da bir özür bile dilemedi. Baya tartıştık, aradan zaman geçti, buluştuk. Neden böyle olduk diye konuşuyorduk.


Nora: Sevgilin yüzünden.
m..: Bence uzun süredir biriken şeylerdi.
N: Öyle tabi.
m:Ben aramızda bir kıskançlık olduğunu düşünüyorum.
N: Nasıl yani ? Sen beni kıskandın mı ? ( o kadar safım ki )
m: Hayır.
N: Ne ? Ben mi seni kıskandım yani ?
m: Evet.
N: Şaka mı ? Ne konuda? Nasıl yani?
m: Ya bir histi sadece. Örnek verecek bir olay yok.
N: Saçmalama bir şey olmuş ki öyle bir kanıya varmışsın.
m: Aslında şeyy, bence sen benim üniversitedeki arkadaşlarımı kıskandın, senin olmadı ya arkadaşın.
N: ( Hönkkk !!!! o.O ) Nasıl ya ? Sen ciddi misin ?
m: Yani öyle hissetmiştim, belki de yanlış anlamışımdır.
N: m, sende benim kıskanabileceğim hiçbir şey olamaz ki
m: (Hönkk ) hımm, ben yanlış anlamışım.
N: Evet kesinlikle çok yanlış anlamışsın.
m:...


   Hayatımda, aramızda kıskançlık olmayacağını düşündüğüm nadir insanlardan biriydi. O kadar şaşırdım ki size anlatamam. Bir arkadaşımı kaybettim o an. Kız kardeşim gibiydi. Onun hayatında kıskanabileceğim hiçbir şey olamayacağını söylediğimde suratının ifadesini gördüm ya , bütün hıncımı almış oldum. En iyi arkadaşlarımdan birini elimden aldığı için ona duyduğum kızgınlığı bir nebze köreltti.






   20 yaşımdayım, 19 yıllık bir iki dostum var. Onların dışında hayatımda arkadaş sıfatıyla kimseyi istemiyorum. Bu yüzden işte.

5 Ağustos 2011 Cuma

Ne olursan ol yine gel(me)

   Bazı insanların seçimlerine saygı duymayı, bazı insanlardan uzak durmayı, bazı insanları seviyor gibi davranmayı, bazı insanlara yalandan da olsa gülmeyi... Kısaca insanlara tahammül edebilmeyi öğrenmem lazım.


   Kuzenim veganizmden bahsetti. Veganizm, vejetaryenliğin de ötesinde. Yani bırakın et yememeyi, hayvanlardan elde edilen hiçbir şeyi kullanmıyor, hiçbir besini tüketmiyorlarmış. Et, süt, peynir, bal, yumurta, yoğurt, margarin... Deri ve yün giymiyorlar. Yani siz modaya uygun ayakkabı ararken onlar hayvansal maddeden yapılmamış ayakkabı arıyorlar. Amaç hayvanları herhangi bir şekilde kullanmanın etik olarak yanlış olduğunu vurgulamak.
   Şimdi en başta gerçekten beyni olan insan bunu yapmamalı diye düşündüm. Gerçekten hayvanlardan elde edilen besinler o kadar fazla ki. Yani sadece bitkiyle yaşayan bir insanın ne kadar sağlıklı olmasını bekleyebilirsiniz ki ? İnsan yapı itibariyle proteine ihtiyaç duyar ve ne kadar diğer maddelerden alınabileceği söylense de hayvansal ürünlerden alınan protein gibi olmaz. Doğanın kanunu bu. Hayvanlar yaşamak için birbirini öldürüyor, biz de daha sağlıklı yaşamak için hayvanları öldürüyoruz. Bence asıl sorun onların öldürülmesinde değil, öldürülme şeklinde. Gerçekten hayvanlara eziyet edene ben insan demem zaten. Ama vegan olmak da, nasıl diyeyim, ölelim lan o zaman.


   İşte ben kendi kendime böyle çıkarımlar yaparken, kendime kızmaya başladım. Ben böyle o insanların yaptıklarının ne kadar saçma olduğunu düşünüyorsam, onlar da benim yaptığımın saçma olduğunu söyleyebilir, hatta bana duyarsız bile diyebilirler. Peki ben, her zaman insanların seçimlerine saygı duyan ben, neden bu kadar tepki veriyordum ki ? İlerde vegan birine denk gelsem kim bilir ne kadar önyargıyla yaklaşacaktım, ve belki o biri çok iyi bir insan olacaktı, kaybeden ben olacaktım. Nasıl kimse beni yargılayamaz, bu benim hayatım, dönüp kendi kıçlarındaki boku temizlesinler diyebiliyorsam, onlar da der bunu. Ve sonuna kadar da haklı olurlar.






   En nefret ettiğim şey ben inandığım şeyi anlatmaya çalışırken, karşımdaki kişinin gözlerinden; beni yargıladığını, kendince küçük gördüğünü hissetmekken, ben nasıl insanlara bu kadar önyargılı yaklaşabilirim ki ? Ne hakla ? O yüzden insanların seçimlerine saygı duymayı öğreneceğim, insan olmak da bunu gerektirir. İşte hayvanlar bunu yapamadığı için biz onlardan üstünüz ve onları yiyebiliriz. Şaka.


   Bazı insanlardan da cidden uzak durmalıyım. Mesela ne kadar kassam da apaçilere önyargısız yaklaşamam, onlara saygı duymayı deneyemem. Neredeyse kıçlarından düşecek, ayak bileğine doğru daralan o pantolonu giyene ben erkek bile demem ki nasıl saygı duyayım ? İğrenç kıyafetler, iğrenç saçlar, iğrenç tavırlar, bakışlar, müzikler...  En kötüsü bunların oturmuş bir karakterinin olmaması, hepsinin özenti olması. Başlıca belirtidir bu zaten. 
   Onlardan uzak durmak kolay da, insan en yakını sandığı kişiden uzak durmayı nasıl becerebilir ki ? Ama yapmak zorundayım. Hayat'ıma zarar veriyor, hayatıma zarar veriyor, ilişkime zarar veriyor, bana zarar veriyor.


   Seviyor gibi davranmak ve yalandan gülmek daha kolay şeyler. Zaten ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Yalandan gülmek konusunda yazmıştım. Çok kötü bir şey aslında. Nasıl zorlandıysam gece rüyamda bir arkadaşıma yalandan gülmek zorunda kalıyordum. Sonra hass... bu rüya gülmesem de olur dedim ve huzurla uyudum. Görün ne kadar iğrenç bir şey benim için.


   Bu kadar çok düşünmesem bazı şeyleri, anı yaşasam güzel olacak artık.
   

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sadece bir hakkınız olsa hayatınızda hangi günü yaşamamış olmayı dilerdiniz?

   Fringe felsefesi; her hareketimiz evrende bir dalgalanma yapar ve bu dalgalanma hiç beklenmedik ve kesin sonuçlar doğurur.


   Hayatında hangi günün hiç yaşanmamış olmasını dilerdin diye sorsalar, bugün derdim. Yapmam gereken tek şey susmaktı. Eğer sussaydım, susabilseydim, kimse sinir krizi geçirmeyecekti. Şu an daha huzurlu olacaktım. Her aklıma geldiğinde karnıma ağrılar girmeyecekti. Her şeyden daha çok baskı yapan tek şey var, o da kendi vicdanımız. Gerçekten yalan söylemek konusunda uzman olsak, dışarıdaki herkesi yalanlarımıza inandırsak, ne olursa olsun insanın kendi içindeki ses susmayınca hiçbir anlam ifade etmez. Vicdan azabı kadar süründüren bir şey daha yok. Yiyip bitirir insanı. Yorar, hayattan bezdirir, yıpratır,içten çürütür, delirtir, cenin pozisyonunda ağlatır. Gerçekten vicdan azabı çektiren bir şey yaptıysanız sıçtınız.






   Gerçekten bir şey yaparken, bir şey söylerken düşünmek lazım. Zor bir durumla karşılaşıldığında, bir dakikalığına durup düşünmek lazım. Hatta bazen gerçekten susmak lazım. Susmak çok şey kazandırmayabilir ama konuşmak bazen çok şey kaybettirebilir. Bunu anladım.


   Hatta mim konusu buldum. Bu yazıyı okuyan herkes için. Lütfen cevaplayın, çok merak ettim çünkü :). Hayatınızda bir günü yaşamamış olmayı dileseniz hangi gün olurdu ? Ya da bir olay için zamanı geri alma şansınız olsaydı hangi olay olurdu ?