2 Haziran 2013 Pazar

31 Mayıs Direnisi Özgürlügümüzü Geri Almamızın Baslagıcıdır

     Bugün 31 Mayıs direnişimizin 3. günü. 31 Mayıs'tan önce de küçük bir grup oradaydı, ama kimse pek farkında değildi olayların. Polis'in o grubu ağaçların dibinde çadırlarında uyurken biber gazıyla uyandırmasından sonra asıl direniş başladı. İnsanlar sadece bir parkı korumak istediler en başta. Ama sadece bir park, bir ağaç değildi olay. Özgürlüktü ! Sırf bu yüzden bastılar gaz bombasını. Bizim parkımızı korumak isteyen vatandaşlarımız orada gaz yerken biz evde oturacak değildik. Biz de onları savunmak için çıktık, bize de bastılar gaz bombasını. Yetmedi tazyikli sularla uzaklaştırmak istediler. Yetmedi dövdüler. Bir amca kulağını kaybetti, önce koptuğunu söyleyemediler bile amcaya... Bir çocuk biber gazı yediği için kalp krizi geçirdi. Sırrı Süreyya Önder kendini makinenin önüne siper etti yıkım başlamasın diye, şiddet gördü, hastaneye kaldırıldı. Gazeteci Ahmet Şık hastaneye kaldırıldı. Sanatçı Leyla Okay yoğun bakımda... Ve bunlar gibi yüzlerce insan yaralandı, göz altına alındı. Ve bugün, o direnişçiler Taksim'de sokaklardaki pisliği temizliyorlar yağmurun altında. İşte bu yüzden bu direniş büyüdü, sadece bir ağaç için değil, ağaç bahanemiz olsun ! Bu unutulmasın, unutturmayın. Bir ağaç için yakıp yıktılar dedirtmeyin.

     Önce kürtajı yasaklamaya kalktılar, sonra bazı kitapları yasakladılar, Emek sineması'nı yıktılar, alkol yasağı getirdiler, şimdi de Gezi Parkı'nı yıkmaya çalışıyorlar. Utanmadan, sıkılmadan, insanların özgürlüklerini elinden alıyorlar. Sorun şu ki ; hepimizi bu olaylara duyarsız kalan bir avuç koyun sandılar. Kendilerini de çoban. Şu kadar söyleyeyim ; bu olaylara tepkisiz kalan, insanları direniş için suçlayan, hala farklı konularda blog yazan, tüm bunlara rağmen hala iktidar partisini destekleyen insanların kendi öz iradelerine sahip olduklarını düşünmüyorum. Onları kendi beyinlerini kullanabilecek insanlar olarak görmüyorum, yönetilmeye, yönlendirilmeye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Ve bazı iktidar sahipleri bu aptallığın çok güzel farkında.

     Arkadaşlar, bugün o içkiyi içmek istemiyor olabilirsiniz, bugün Emek Sineması'na gitmeyebilirsiniz. Siz istemiyorsanız gitmezsiniz, birileri gitmenizi yasakladı diye değil ! Gitmemek kendi seçiminiz olsun, bilin ki kendi iradenizde alkol almıyorsunuz, o müstehcen kitapları prensiplerinize aykırı olduğu için okumayın, yasaklandığı için değil. Anlayabiliyor musunuz ? Gerçekten ulaşabiliyor muyum size ? Sinyal alıyor musunuz, yoksa jammerlar sizin de sinyalleri de mi bloke etti ?

     O insanlar polislere kitap okudular, gitar çaldılar, yemeklerinden ikram ettiler. Polislerin önünde moonwalk yaptılar. O insanlar polislere zarar vermediler. Sonradan sinir krizi geçirip taş atanlar ya da provokatörler olabilir. Ama insanların yedikleri biber gazları, portakal gazları, tazyikli suların yanında bir taş ne kadar orantılı ? İnsanlar oraya normal kıyafetleriyle eylem için geliyor - he bir de gaz maskesi - polisler oraya özel kalkanlarıyla ve kasklarıyla geliyor. Allah aşkınıza ne kadar gaddarca olduğunun farkında mısınız ? Peki ya, her şeye rağmen devam edin, püskürtün insanları diyen başbakan bozuntusuna ne demeli ? Tüm bunlara hiçbir tepki göstermeyen muhalefet partisi başkanı bozuntusuna ne demeli ?

      Bugün bütün Türk medyasının korkak ve rezil durumda olduğunu anladığımız gündür. Halk Tv dışında hiçbir kanal hiçbir yayın yapmadı. İnsanlar orda bir şeyler için mücadele ederken, şiddet görürken, bütün dünya bizim yanımızdayken, yandaş medya hala saçma sapan yarışmaları dizileri, izdivaç programlarını göstermeye devam etti. Twitterı olmayan kimse hiçbir şeyi tam olarak öğrenemedi. Sırf o yandaş medya yüzünden internet kullanamayan insanlarımız asıl gerçekleri öğrenemediler ! Polisler insanların hayatlarını karartmaya devam etti. Polislere çok büyük yetkiler verildi, polisler de bu yetkileri çok güzel kullandı.

     Kanunsuz emir diye bir şey vardır hukukumuzda bilir misiniz ? Alt üstten bir emir aldığı zaman sorgusuz sualsiz uygulamak zorunda değil. Eğer emir hukuka aykırıysa üste durumu bildirir, illa yapmaya zorlanırsa da emri yazılı olarak ister sorumluluğunun olmaması için. Üst de yazılı olarak verince hukuka aykırı emir uygulanır. He eğer o emir hukuka aykırılığın ötesinde ceza hukuku anlamında suç teşkil ediyorsa o emir hiç uygulanmaz. Zaten insan olan polisler rozetlerini bıraktılar. İnsan olmayanlar demek ki gerçekten istediler o suçları işlemeyi.

     Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre sadece eylem yapan bir gruba biber gazıyla müdahale, çok ciddi bir müdahale nazarındadır bilir misiniz bunu ? Hatta Türkiye daha önce bu müdahalesi sebebiyle cezalandırılmıştır. Portakal gazı için ne düşünüyorlar bilir misiniz ? Portakal gazını demir cobla dayakla aynı kefeye koyuyorlar. Abd, Avrupa Birliği, Uluslararası Af Örgütü, Beyaz Saray hepsi iktidarı uyardı. Ama bence en komik olan, en ironik olan, en utandırıcı olan Esad'ın Tayyip'i uyarması ve halka eziyet etttiğini söylemesiydi. Esad ya ! Ama bundan bizler utanmayalım, azıcık utanacak yüzleri varsa onlar utansın.

 
     Biz o biber gazlarını boşuna yemedik, o amcanın kulağı boşuna kopmadı ! Bu direniş bir şeylerin başlangıcıdır. Özgürlüğümüzü geri almamızın başlangıcıdır !




     

1 Haziran 2013 Cumartesi

Cıkın Kabugunuzdan !

     Ülkemle hiç bu kadar gurur duymamıştım ! Hep birlikte yürüyelim ! Bu sefer başaracağız galiba !

23 Mayıs 2013 Perşembe

Lütfen Bloglovin'den İzlemeye Alın

     Biliyorsunuz Google Reader bir süre sonra kullanılmayacak. Yazılarımın size ulaşabilmesi için lütfen Bloglovin'den izlemeye alın : http://www.bloglovin.com/blog/5441001

22 Nisan 2013 Pazartesi

Kemalist - Islamcı Ayrımı Tehlikesi

      Ne ara bu hale geldik biz ? Ne zaman tüm haklarımızı ve özgürlüklerimizi kullanmamızı borçlu olduğumuz liderimiz Atatürk'ü dinsiz ilan ettik ? 60'lı yıllarda ve 80'li yıllarda sağcılar ve solcular vardı. Belki o zamanlar çok kötü bir ayrım gibi görünüyordu ama şimdiki durumdan çok daha iyi olduğu kesin. Şu an ayrım Kemalistlik ve islamcılık ayrımı. Kelimeleri incelersek gerçekten şaşkınlık verici bir durumla karşılaşıyoruz. İslamcılık nedir ? İslam bir dindir evet, heralde İslamcılar da o dinin mensupları olsa gerek. Ben de müslümanım ama hiç kendimi o gruba ait hissetmiyorum. Çünkü ben hiçbir zaman onlar kadar muhafazakar olamam. Bence din Allah ile kul arasında kalması gereken bir kavram. Asla İslamcılar tarafında olmayacak olmamın bir sebebi de karşılarına Kemalistleri almış olmaları. Kemalistleri nasıl tanımlarız peki ? Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden gidenler uygun mu bilmiyorum. Öyleyse benim de Kemalist olmam gerekir. Ama sonra bakıyorum o gruba da dahil olamam ben. Çünkü o grup da gerçekten inançlı insanlara inanılmaz derecede cephe almış durumdalar. İyi ama neden kendilerine Kemalist diyorlar ? Ben Atatürk'ün izinden gidiyorum ama Atatürk de ben de dine karşı değiliz ki. Kemalistlere de dahil olamam çünkü onlar da Atatürk'ün adını böyle bir ayrımda kullandıkları için Atatürk'ü dinsiz olarak gösteriyorlar.



      Okullarda kıyafet serbestisi geliyor biliyorsunuz. Bazı okullarda uygulanmaya başlandı bile. İşte bu uygulanmaya başlayan sistem bir ilkokulda çok ilginç bir durum ortaya çıkardı. Bir kez daha ülkemden ve insanımdan utandım. Kendi liderlerinden de İslamdan da soğuyan zavallı ülkem. Kıyafet serbestisinin uygulanmaya başladığı ilkokulda küçücük çocuklar okula türbanla gelmeye başlamışlar. Sizce o yaşta buna kendileri mi karar veriyorlar ? Bu sistemin birinci kötü sonucu burada ortaya çıkıyor. Ailelerin küçük yaştaki kızlara istemeseler de türban takmalarının önü açılıyor. Bu türbanlı kızlara karşılık olarak bazı küçük çocuklarda okula gelirken Atatürk rozeti takmaya başlıyorlar. Garipliğe bakar mısınız ? Daha o yaştan böyle bir ayrımın içine giriyorlar ve kafalarına Atatürk ve dinin tamamen zıt olduğu işleniyor. Bu durumun daha ilginç yönü de sonradan ortaya çıkıyor ve türbana izin verilen bu okulda rozet takan öğrenciler uyarılıyor ve velileri okula çağırılıyor. Sonra veliler ve öğretmenler arasında, sonra da veliler ve diğer veliler arasında anlaşmazlıklar çıkıyor. Bu arada öğrenci için kıyafet serbestisini fırsat bilen öğretmenler de okulun içinde türban takmaya başlıyorlar. Sözde Kemalist veliler buna tepki gösteriyor, ve diğer öğretmenler de daha rahat giyinmeye başlıyor. Sonra da diz üstü etek giyen öğretmenlere uyarı geliyor. Daha ne kadar saçma bir durum olabilir ? Bir ülkede daha ne kadar saçmalık yaşanabilir, bir millet daha ne kadar gerizekalı olabilir ?

      Ben kendi ismimle sahip olduğum twitter hesabında bu durumla ilgili birkaç tweet atmıştım. İlkokul çağındaki çocuklara türban takmanın önünün açılmasının tehlikeli bir durum oluşturduğunu savunmuştum. Peki benim tweetlerimden sonra takibi bırakan arkadaşıma ne demeli ?  Kendisi neyi savunuyor anlamadım ki ! Bir ülkede din iktidar tarafından bu kadar kullanılırsa, insanlar bu kadar yanıltılırsa işte böyle olur. Kendi içimizdeki ayrılmalar bile bu ülkeyi çatırdatmaya yeter. Dış güçlere ya da sıcak savaşa ne gerek var ? Bizim kendi içimizdeki savaş devam ettikten sonra hiçbir zaman güvende olmayacağız.

13 Mart 2013 Çarşamba

Devlet Denen Varlık Bu Kadar Çaresiz Olmamalıdır.

      Bir yerde çok çok paralı bir adam, bir yerde çok çok parasız bir adam. Birisi iş yeri sahibi, birisi işçi. Biri çok çalışıyor, biri masasında oturuyor. Biri güçlü, biri güçsüz. Biri paralı, biri parasız.

     Devletin görevi bu iki insan arasındaki farkı en aza indirmektir. Devlet belki parası az olan kişiye ek ödeme yapamaz ama sunduğu imkanlarla harcadığı miktarı en aza indirir. Örneğin hastaneler çok güzeldir, çok temizdir, yeterlidir, parası az olan kişi özel hastane yerine devlet hastanesini tercih eder, ücretsiz yararlanır, ilaçlarını çok uygun fiyata alabilir. Okullar temizdir, eğitimi yeterlidir, çocuğunu özel okul yerine para ödemeden devlet okuluna gönderir ve o çocuk iyi yerlere gelir. Üniversiteyi kazandığında masraflar az paralı vatandaşımızın boyunu aşmaz, çocuğu mezun olup iş sahibi olur. Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir. 


     Öyle bir durum var ki, eşitsizliğin de adaletsizliğin de son noktası. Az paralı işçi, çok paralı patronu tarafından işten çıkarılıyor. Ya da parasını alamadığı için kendisi işten çıkmak zorunda kalıyor. Kim bilir kaç aylık maaşı içerde kalmış. Sonra ne oluyor ? O işçiye asla ama asla o parası zor kullanma olmadıkça ödenmiyor. Ama işçi zaten güçsüz, zor kullanamıyor. Belki hukuk benim yanımda olur diyor, belki paramı o şekilde alabilirim. Peki işçi dava açsın, ne de olsa verilmiş bir emek, karşılığında verilmesi gereken bir ücret var. Önce bir dava dilekçesi yazıyor, sonra adliyeye gidiyor. İşçiyi vezneye yönlendiriyorlar. Dava harcı ödeyecek. Ne kadar dersiniz ? Alacağına göre değişiyor ve işçinin alacağı, mağduriyeti ne kadar fazlaysa, dava harcı da o kadar fazla oluyor. 1000 tl nin üzerinde olduğu bile oluyor. İşçi birkaç aylık maaşının derdine düşmüşken, elinde avucunda bir şey kalmamışken ondan bir aylık, belki iki aylık maaşı kadar para istiyor devlet. Neden peki ? O vatandaşımızın vereceği iki aylık maaşa muhtaç olacak kadar çaresiz ve muhtaç mı devlet denen organ ? 

     Dış borçlarımız silinmiş, yok enflasyon azalmış, yok diğer devletler çok kötü durumdaymış, bizden borç almışlar bilmem ne. Sen daha kendi vatandaşının mağduriyetini gideremiyorken, diğer devletlere milyar dolarlar versen ne yazar ? Devlet halkı için vardır. Halkının iyiliği için vardır, diğer devletlere yardım etmek için değil. Çünkü amacı sadece oysa devleti bağımsız bir tüzel kişi ilan edelim, kendi kendine takılsın. Ama devlet bağımsız bir tüzel kişi değil arkadaşlar, devlet mensup olduğu halk tarafından hayat verilmiş bir tüzel kişidir, asla bağımsız değildir, olamaz.