31 Mayıs 2011 Salı

Beni benden alanlar part 2

   Selam olsun blog sakinleri. Yazıma çoğu zamanki gibi halk otobüsleriyle başlamak istemezdim, biliyorum sıkıldınız ama bunu da anlatayım bir süre yazmam. Şimdi bu taksimde ışıklar var ya halk otobüsleri kaplumbağa misali yavaştan giderken aynı zamanda avını bekleyen bir örümcek misali kırmızı ışığın yanmasını bekliyorlar sinsi sinsi. Ve nasıl oluyorsa da denk getiriyorlar. Gerçi denk getiremeseler de yeşilde durup bekliyorlar o ayrı. En son duyarlı bir vatandaşımız bağırdı ve beni benden aldı. "Arkadaşım şu kadarcık yolu yarım saate çıkarıyorsun geçsene ışıkta." diye. Nasıl bir mutluluktur o. Candır o vatandaş can.

   Bu arada bendeniz örümcek beslediğim halde o incecik vücutlarıyla deri değiştirebildiklerini bilmiyordum. Yavru olanlar 2-12 kez deri değiştirerek büyürlermiş. Ben de diyordum ne ayak bu büyük bir türdü ne böyle cücük kadar diye. Büyümüş yavrucak. Bir baktım kendine ağlardan ev yapmış içinde uyuyor. Rahatsız etmeyeyim dedim. İki gün sonra aynı ağda iki örümcek vardı. Eşeysiz mi üredi lan ne yaptı dedim bir kaldım böyle. Hafiften salladım kavanozu bir çıktı ininden iki katına çıkmış bacak boyu bizim Haydar'ın. Bu arada adı ya da tanıdığının adı Haydar olan varsa şahsi algılamayın canlar. Mutlu oldum ama besledim büyüttüm yani kıvanç duydum :P

   Levent Yüksel'in "Yarim İstanbul Gel Öpeyim Gerdanından" ne güzel şarkıdır yahu.

   O şarkıyı ne kadar seviyorsam Tarkan'ın şarkısından da o kadar işkilleniyorum. Gel gel acımayacak nedir abi şaka gibi değil mi ??? Hahaha her duyduğumda kopuyorum cidden siz de öyle düşünmüyor musunuz ?



   İşkillendiğim bir şey de Türkiye Hazır Hedef 2023. Neye hazır lan bir plan mı var ne ayak dedim. Hani bizim bilmediğimiz altından bir şey çıkması yüksek ihtimal bir plan var gibi durmuyor mu ? "Ha ha sıçtınız" gibi bir replik beliriyor aklımda.


   Size örümceğimin türünü yazmak için araştırma yaparken bulduğum şey hiç hoşuma gitmedi. Onu camda yakalamasaydım da eve girip birimizi ısırsaydı sıçmıştık. Hayvan oğlu hayvanın ısırığıyla açılan yara kapanmıyormuş ve çokkk kötü Allah başa vermesin. Bu örümcek Türkiye'de yaşamıyordur ben yanlış bakmışımdır türüne dedim ama burada yaşayan bir türmüş. Lütfen görsellere yazın böyle bir örümcek görürseniz direk gebertin. Türün adı Brown Recluse Spider. Aslında Clubionidea'ya da çok benziyor. İkisi de zehirli ama Brown Recluse Spider fena. Hatta bakmaya üşenenler için ben koyuyorum resmi.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Blogspot sorunu !!! Yardımcı olursanız çok sevinirim

   Arkadaşlar ben şu an izleyici listemi göremiyorum. Hem kumanda panelinde hem de blogu görüntüle dediğimde. Mozilla'dan, Internet Explorer'dan ve Google Chrome'dan denedim. Hepsi aynı. Çerez temizleyici program yükledim işe yaramadı, ctrl f5 yaptım işe yaramadı.

   Link açılıyor, sayfada çerçeve var ama içi boş. Liste görünmüyor. Blogda da izleyiciler bölümü boş görünüyor. Siz görebiliyor musunuz benim profilimde ? Bir de 15. izleyicim kim onu bile göremedim. Lütfen yardım.

Edit: Tüm bloglarda sorun varmış. Bıktım blogspot sorunlarından lan artık !

27 Mayıs 2011 Cuma

Elanor Tiwele'den çekiliş

  Demiştim ya makyaj bloglarını çok severim, işte bu bloglardan biri olan Elanor Tiwele bir çekiliş düzenlemiş. Tabii ben de katılacağım. Çekilişleri çok severim ben xD. Loreal ürünü olunca katılmak farz oldu.

http://elanortiwele.blogspot.com/2011/05/elanordan-donem-sonu-cekilisi.html

 İşte bu da linki.

 Geçen de bir çekilişten bir şey kazanmıştım, gaza geldim çekilişlere katılacağım. Allah çirkin şansı vermiş xD. Sevdiceğime de versin. Allam, dinimiz, amin.

22 Mayıs 2011 Pazar

Otobüs camlarındaki yağlı kafa lekeleri olmasaydı, dünya daha güzel bir yer olmaz mıydı ?

   Bu otobüsler cidden ömrümü çürüttü. Sınava yetişecektim, o kaplumbağa misali giden ve okul için binebileceğim tek otobüse yetişebilmek için bir durak koştum ve çok yaklaştığım halde 10 sn daha beklemedi beni. Yemin ediyorum nefes alamadım, sinirden ağlayacaktım. Zar zor yetiştim taksiyle falan.
   Her şeyi geçtim de o camlardaki yağ lekeleri nedir ? Abi koymayın lan pis kafalarınızı ! Camdan dışarı bakamıyorum midem bulanıyor. Havalar da ısındı artık insanlar koyuyorlar pis yağlı kafalarını cama mayışmış bir şekilde gidiyorlar oh valla. Ayrıca o camın temiz olduğu ne malum, daha önce hangi pisliğin kafasını dayadığı belli olmayan yere ne diye kafanı koyarsın ki?  Tamam çok yorgun olduğum zamanlar ben de diyorum uyusam diye ama yapamıyorum ya pis gibi geliyor. Kaldı ki öyle. Bence o görüntüden midesi bulananlardan daha kötü durumda olanlar da o pisliği temizlemek zorunda olanlar. Allah sabır versin. Cidden.

   Ben vizelere giriyorum. Sonra kendime iki hafta tatil veriyorum. Okula bir başlıyorum ki finaller için geri sayım başlamış, dersler hızlanmış. İki senedir hiç sınav kaygısı olmadan okula gidemedim. Halim acınası. Önümüzdeki iki sene günü gününe çalışacağım. Bkz: Semih Cumhuriyeti.

   Bu ara saç rengimi değiştirmeyi, daha doğrusu bir açık renk tonunu kullanmayı düşünüyorum. O yüzden sürekli insanların özellikle oyuncuların saç renklerine dikkat ediyorum. Algıda seçicilik hesabı. Neden özellikle oyuncular çünkü internetten rengi bulmak kolay. Neyse ben bu renklere dikkat ederken özellikle bir renk çok dikkatimi çekti. Adını Feriha Koydum dizisinde Hande karakteri var. O sarı tonunun kötü olduğunu düşünen sadece ben miyim? Renk tutumamuş gibi görünmüyor mu ? Sarı o kıza yakışır ama yetkililere sesleniyorum düzgün bir sarı yapın kızın saçını. Kendi yapmayacak anladığım kadarıyla. Bu arada Feriha'nın saç modeline, buklelerine diyecek lafım yok. Beğeniyorum kendisini. Emir öyle mal gibi bakmasın. Anladık mankensin, tipin iyi kanıtlanmış, bakış dersleri almışsın ama mal gibi bakıyorsun uykum geliyor. Feriha'nın annesi mümkünse sussun, babası yok olsun. Evet, Feriha izliyorum.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Ahh zamanım olsa kremler de at kılı selülit fırçaları da benden sorulurdu amaa...

  Perşembe gecesi blogspotta olan sorun pc başına geçtiğimde yaptığım başka hiçbir şey olmadığını anlamamı sağladı dostlar. İnternete girdiğimde ilk olarak hava durumuna sonra da bloga bakıyorum. Artık adım çıktı bayan meteoroloji diye. Ama garanti veririm baktığım sitede hava durumu bir kere olsun şaşmamıştır. Hava kapalı ya mesela ben şemsiye almam çünkü o sitede yağmur ihtimali yüzdesine kadar verir. Gören de siteden reklam aldım sanar he xD.

Bugün vapura yaşlı bir çift bindi. Ama o kadar tatlılardı ki anlatamam. Kadın illa gidiş yönüne oturacakmış midesi bulanıyormuş. Dede de onu yalnız bırakmıyor ne dese yanında el ele göz gözeler. Kaldı mı böyleleri Allah’ım dedimmm. Sonra da yaşlı amcadan her zaman için vapurun giriş kapısı yönünde gittiğini öğrendim. Kısa günün karı. Ne işime yarar bu bilgi ? Bir boka yaramaz.

Bok dedim de.. Şu internet sansürü olayı çıktıktan sonra burada böyle rahat konuşamayacak mıyız diye işkillenmeye başladım. Ya yazdığımız her şeye dikkat etmek zorunda kalırsak! Üstelik aile paketini almış bir izleyici girip yazılarımızı okuyamazsa falan. Fena işkillendim gerçekten.


Sakın ama sakın yanlış anlaşılmasın, makyaj ve moda bloglarını çok takip ederim, hatta blog okumaya makyaj bloglarından başladım ben. Canlarım onlar, çok şey de öğrenmişimdir kendilerinden. Amma velakin anlayamadığım ve saçma bulduğum bazı noktalar var. Şimdi krem kullanmak lazım anlıyorum. Ama gece kremi, gündüz kremi, göz altı için kremler, dudak kremleri, makyaj temizleme losyonları, tonikler, yağlar, jeller…  Bir de hiç kafamın basmadığı bazı özellikleri var bu kremlerin. Üstelik çoğu da çok pahalı. Nasıl alıyorlar hepsini, nasıl kullanıyorlar anlamış değilim. Eda Taşpınar’ın bacaklarının güzelliğinin sırrı açıklanmış en son. Her gün üç kere 6-7 dk boyunca at kılı bir fırçayla aşağıdan yukarıya doğru bacaklarını fırçalıyormuş. Batık ve selülite birebirmiş. Cidden denemek isterdim. Buradan çıkardığım şey şu: Eda Taşpınar’ın işi gücü yok.

Gençlere kitap okutma yolları ders 1: Otobüse bindirin, otursunlar, sonra aynı otobüse yaşlı bindirin. Nasıl dalarlar okumaya, kafalarını bile kaldırmazlar.
Ders 2: Metroya bindirin. İzlenecek manzara desen yok, kafanı kaldırsan mal gibi birbirini izleyen rahatsız edici insan müsvetteleri..
Ders 3: Öyle bir sevgili bulun ki kitap kurdu olsun. Genç kendini ezik hissetsin.

İyi akşamlar, iyi yarınlar, şansınız bol olsun…;)

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Nam-ı diyar TNT, oldu tenete...

     Bir kanalın Türk kanalı olduğu nasıl belli olur? Bkz. Tenete.  Abi mükemmel bir kanaldı bence. Çoğu yabancı dizi gibi verdiği diziler keyifliydi, film kuşakları vardı ve en iyi filmleri seçiyorlardı. Perşembe geceleri House M.D. bile veriyordu düşünün. Her akşam güzel bir film, sabahları şu Barbie gibi mükemmel kadının oynadığı Moonlight dizisi falan. Kanal Türk kanalı oldu ve hemen bize yakışır biz düzenleme yaptılar. Sabah programları, saçma sapan diziler, evlendirme programı ve en gerzek insanların sunduğu iğrenç ötesi programlar… Akşamları yine film falan veriyorlar arada ama kalmadı eski tadı. Ve ben ilk defa iyi bir yabancı kanalla herhangi bir Türk kanalının farkının bu kadar net bir şekilde yansıtıldığını görüyorum. Hemmen göz atalım. Yorum sizin.




















13 Mayıs 2011 Cuma

Yaşayın şimdiyi, geleceği düşünerek kaybetmeyin bu anı, çünkü gelecek hiç gelmeyebilir...

 
  Sayın seyirciler, blogspotta içine ettiğim arıza çıkmadan önce bir yazı yayınlamıştım, ama arızanın azizliğine uğradım ve yazım şu an yok ortada. Okudunuz mu bilmiyorum ama sevdiklerimiz, sevdiklerimizle yaşamak istediklerimizi yaşamamız gerektiğiyle ilgiliydi.

  Ben yazabildiğim kadarını tekrar yazacağım sizin için.
  Çok sevdiğiniz biri de olsa, birden hiddetlenip tartışmaya başlayabilirsiniz. Ya arkanızı dönüp çekip gidersiniz, ya da telefonu suratına kapatırsınız. Hata bende değil onda dersiniz, o hatasını anlasın özür dilesin dersiniz. Ya da nasıl olsa sakinleşiriz yarına, sakinleştikten sonra konuşalım dersiniz. Çok seviyorsunuzdur ama gururlusunuzdur. Sevdiğinizi söylemezsiniz. Nasıl olsa biliyor söylememe ne gerek var dersiniz.


  
  O kişiyle yaşayabileceğiniz en güzel şeyleri yaşamak istersiniz, ama bazı sebeplerle ertelersiniz. Erteleyin. İyi geceler demeyin, günaydın demeyin, sevdiğinizi söylemeyin… Hayat uzun nasıl olsa değil mi her şeyin bir zamanı var. Bugün kavga ettik kırıcı şeyler söyledik birbirimize deyin konuşmayın o çok değer verdiğiniz kişiyle. Kapayın telefonu yüzüne yatın. Ne büyük cesaret ! 
   

   Hiç düşündünüz mü canınızdan çok sevdiğiniz ama gurur yapıp aramadığınız o kişinin ertesi sabah uyanamama ihtimalini ? Siz uyanamazsanız ya da o uyanamazsa sizin duyacağınız acıyı ya da onun duyacağı vicdan azabını gerçekten hiç umursamadınız mı ? “Aman canım hayat da bu şekilde yaşanır mı !” diye tepki veriyorsanız da haklısınız. Yaşamayın o zaman. Herkes birbirinin ağzına sıçsın ve herkes gurur yapsın. Risk alın.


  Söylemeye çalıştığım şeylerin özeti diyebileceğim bir şiir var. Leo Buscaglia’nın “Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek” adlı kitabından alıntıdır. Leo Buscaglia’nın öğrencilerinden bir genç kızın sevgilisine yazdığı ama veremediği bir mektup bu.



Anımsıyor musun yeni arabanı
Ödünç alıp da çarptığım günü?
Öldüreceğini sanmıştım beni, öldürmedin oysa.

Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm,
Yağmur yağacağını söylediğin ve
Yağmurun yağdığı günü?
Söylemiştim sana demeni beklemiştim, demedin oysa.

Anımsıyor musun kıskandırmak için seni
Başka oğlanlarla oynaştığım ve
Senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım beni, terk etmedin oysa.

Anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü?
Azarlayacağını sanmıştım beni, azarlamadın oysa.

Anımsıyor musun dansın resmi giysili olduğunu
Söylemeyi unuttuğum ve
Senin kot pantolonla geldiğin günü?
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa.

Evet yapmadığın çok şey vardı
Ama dayandın bana, sevdin
Ve korudun beni.
Çok şey vardı
Benim de senin için yapmak istediğim,
Vietnam’dan döndüğünde
Dönmedin oysa...

  Geleceği düşünün, ama şimdi yaşadıklarınızı kısıtlamak için değil, her ana hakettiği değeri vererek yaşayabilmek için.  Sevdiklerinizin gözlerine bakabildiğiniz her saniye size verilmiş en büyük hediye.
   

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Fırsatınız varken yaşayın, geleceği düşünerek şu andan kaybetmeyin, gelecek hiç gelmeyebilir çünkü..

    Çok seviyorsunuz, hayatınız o sizin, ilk defa aşık oldunuz...
    Canınız,anneniz, kardeşiniz, babanız..
    Her şeyinizi paylaştığınız, tek lokmanızın ayrı gitmediği en yakın dostunuz..

    Birden saçma bir sebepten tartışmaya başladınız, denediniz ama sonunu getiremediniz bir türlü, hatta tartışma daha da alevlendi, kırdınız birbirinizi, hakaret ettiniz. Belki gidiyorum ben dediniz arkanızı döndünüz çektiniz gittiniz, belki telefonu suratına kapattınız...
    O gün bir daha konuşamadınız, çünkü gururlusunuz. Ertesi gün sakinleşiriz nasıl olsa dediniz. Hem sakinleşince bir şeyler daha rahat çözülür değil mi ? Nasıl olsa siz seviyorsunuz birbirinizi biraz ara verebilirsiniz. Birbirinize sevdiğinizi bugün söylemeseniz, günaydın demeseniz, iyi geceler öpücüğü vermeseniz ne farkeder? Ertesi gün yaparsınız. 

    Hayat bazen o kadar acımasız ki.. Hatta bir söz var " İnsanlar plan yaparken, tanrı yukardan gülermiş." Ne kadar mantıklıdır bilmiyorum ama gerçekten de planladığınız gibi gitmeyen bir çok şey var. Sadece basit bir tatil planından, haftasonu gideceğiniz gezi planından, akşam yemeği ya da doğum günü kutlaması planından bahsetmiyorum. Sevdiklerinizin gözlerine bakmak, onlara sevdiğinizi söylemek gibi çok çok önemli şeylerden bahsediyorum. Ya yapamazsanız? Ya hayat izin vermezse buna? Size ya da ona bir şey olursa ? Ertesi sabah uyanabileceğinizi garanti edemezsiniz. Onun yaşayacağı vicdan azabını, ya da ona bir şey olursa o şekilde ayrılmanın size vereceği acıyı hiç düşündünüz mü ? Gerçekten telefonu kapatıp yattıktan sonra yarın sabah onun sesiyle uyanamama ihtimalinizi düşündünüz mü?

   Yapmayın. Yaşayabileceklerinizden, hissedebileceklerinizden mahrum bırakmayın birbirinizi. İçinizden geliyorsa anında söyleyin sevdiğinizi. Her şeyin bir zamanı var biliyorum ama o zamanın hiç gelmeme olasılığı korkutmuyor mu sizi ? Beni çok korkutuyor. 
   Leo Buscaglia'nın "Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek" adlı mükemmel kitabını tavsiye ediyorum. Ve o kitaptan bir alıntı yaparak yazıyı bitiriyorum. Bir genç kızın sevgilisine yazdığı ama hiç veremediği bir mektup bu. Söylemek istediklerimin özeti aslında...

Anımsıyor musun yeni arabanı
Ödünç alıp da çarptığım günü?
Öldüreceğini sanmıştım beni, öldürmedin oysa.

Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm,
Yağmur yağacağını söylediğin ve
Yağmurun yağdığı günü?
Söylemiştim sana demeni beklemiştim, demedin oysa.

Anımsıyor musun kıskandırmak için seni
Başka oğlanlarla oynaştığım ve
Senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım beni, terk etmedin oysa.

Anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü?
Azarlayacağını sanmıştım beni, azarlamadın oysa.

Anımsıyor musun dansın resmi giysili olduğunu
Söylemeyi unuttuğum ve
Senin kot pantolonla geldiğin günü?
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa.

Evet yapmadığın çok şey vardı
Ama dayandın bana, sevdin
Ve korudun beni.
Çok şey vardı
Benim de senin için yapmak istediğim,
Vietnam'dan döndüğünde
Dönmedin oysa...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Beni benden alanlar

 Burdan rica ediyorum, hatta yalvarıyorum. Bu yazıyı okuyan insanlar, lütfen noolur artık yürüyen merdivenlerde sol tarafta durmayın. Ya acelem oluyor ben her yere geç kalan bir insanım. Otobüse yetişmem gerekiyor metrodan çıktıktan sonra. Ben de istemez miyim sizin gibi takayım koluma sevgilimi duralım basamaklarda sohbet ede ede tatlı tatlı gidelim. Ama ben bunu yapabilsem de sağ tarafta durup yaparım. Sol taraf benim gibi acelesi olan insanlar için. Çünkü ben bunun bilincinde bir insanım. Herkes bunun bilincinde olsun. Pardon diye diye dilimde tüy bitti, gücüm kalmadı, tükendim! Rica ettiğim de oldu, sinirlendiğim de, hatta tartıştığım da oldu. Gerizekalı bir kız bana burası yürüyen merdiven dedi. İnanabiliyor musunuz? Orası yürüyen merdivenmiş. Nası sevindim kız öyle deyince, gittim sarıldım, öptüm. Bana bunu öğrettin ya, cansın dedim.


  Bu arada bu siyasal partilerin yaptıkları aşırı duygusal, gözlerimin dolmasına ve adaletsizliğe küfretmeme sebep olan reklamları sadece ben farketmemişimdir heralde. Ya çocuk dediğin yaşlı dediğin ancak bu kadar dramatik bir şekilde gösterilebilir. Tamam bunlar gerçekler ama sen neden ülkemin yoksul insanını kullanırsın sırf reklam olsun diye. Bu resmen duygu sömürüsü. Ve hatta saygı sömürüsü.


  Sizce de Arka Sokaklar dizisi televizyonda hiçbir şey olmayınca ya da izlenilen program reklama girince açılan dizi kategorisinin başını çekmiyor mu? Hatta ben sıkıntıdan ölsem de izleyemiyorum o diziyi ama ev ahalisi için öyle mesela.


  Anneannemle otururken haberlerde bir cinayet olması, katilin sevgilimle aynı ismi taşıması ve anneannemin seninkinin ismi de aynı bak dikkat et kızım demesi... Sevgilimle tanıştıktan sonra gözleri parlıyor maşallah nur yüzlü o çocuktan zarar gelmez demesi...Ne desem bilemedim.


Bazıları canını dişine takıp çalışırlar, kendilerinden ödün verirler, fedakarlık yaparlar. Bazıları da babalarının parasıyla hava atar, aynı parayla üniversiteye gider, yine aynı parayla işe girer, ev alır... Bu böyle uzar gider. Bir de ahkam keseler ya. En çok bu beni benden alır.


 Şöyle bir nokta var ki çok çalışmışsındır ama sistemdir hayattır odur budur yemişsindir kazığı, işte o zaman yapılan her şeye saygım sonsuzdur. İster torpil, ister para, ister çirkeflik olsun, kazık atma sırası sendedir. Ama kıçını yayıp yatarsan olmaz be. Olmasın be!


  Son olarak Esra Erol bacım sözüm sana. Hala topukluları giyip dans ettiğine dair duyumlar alıyorum. Bebeen var mazallah her an kötü şeyler olabilir. Çocuk canlı yayında doğazak, benden söylemesi.

8 Mayıs 2011 Pazar

Herkesin de söylediği gibi..

  Hayır ! Herkesin söylediği gibi olmamalı hiçbir şey. Neden kalıplamış deneyimleri, kalıplaşmış sözleri aynen alıp yaşamımıza, düşüncelerimize aktarmak zorunda olalım ki? Mesela Titanik. Mükemmel bir film mi? Belki. Etkileyici bir aşk mı ? Belki. Ama o filmin sonunda neden Rose cadısı o koca tahtanın üzerine çıkıp sözde biricik aşkı Jack'i buz gibi sularda bırakır ve ölmesine izin verir ki ? Ben veremem abi geberirim daha iyi. Az hareket edin, yer değiştirin, bir şeyler yapın, hayatta kalın. İkiniz de. Ama Titanik mükemmel değil mi ? Aksini iddia edemezsiniz. 

Romantik bir erkek sürprizler yapmak, çiçeklerle sevgilisini karşılamak zorundadır değil mi? Halbuki biricik aşkının en sevdiği yazarın kitabını alır, en ağlak zamanında kahkaha attırır, en çirkin zamanında kendisini güzel hissettirir. Ama unutun hepsini. Çiçek almadı ki size odunun tekidir o. Aksini iddia edemezsiniz.

Kız yıllardır beraber olduğu sevgilisinden emindir, sevgilisi de gerçekten emin olunacak biridir, ben bu insanla hayatta yaşanabilecek bütün güzellikleri yaşamalıyım, bizim ilişkimiz bütün güzellikleri hakediyor der, birlikte olurlar kız kaşar olur, erkeğe madalya takılır. Hayır güzel bir ilişki, kendinden emin bir kız, o hiçbir şey kaybetmez, sevdiği adamla müthiş bir deneyim yaşar çünkü aşk bu ama dinlemezler. O kız basittir, aksini iddia edemezsiniz. 

Bak sen iktidara karşısın anlıyorum ama muhalefet de bir boka yaramaz kabul et dersiniz, ama karşınızdaki anarşisttir devrimcidir dünyayı kurtaracaktır, alayına isyan der. Siz taraf tutuyorsunuzdur, bağnazsınızdır, aksini iddia edemezsiniz.

Siz bir şeyleri başarmak için canınızı dişinize takarsınız, bir tarafınızdan kan gelecek kadar çalışırsınız, ama elinizde olmayan sebepler ve bu sebeplerin hayatınızdaki olumsuz etkileri o kadar fazladır ki, yorar sizi, bitirir. Ama hayır sistem mükemmel, her şey rayında, siz yeterince çalışmadınız. Aksini iddia edemezsiniz. 

Bu böyle devam etmez. Herkesin kendi hayatı, kendi karakteri, kendi doğruları var. Ben benim. Kendi kararlarımla kendi hayatımı yaşayacağım. Benim, bana ait deneyimlerim olacak. Hata yapacağım. Kendim öğreneceğim. Ama yok biz geçtik o yollardan, sen gel dediğimizi yap, yakma başını senin yolun yol değil. Aksini kesinlikle iddia edemezsiniz.

Ben ederim. Ediyorum. Aksini iddia ediyorum.

Mayıs'ın ikinci pazarının anlam ve önemi

   Bugün anneler günü. Baktım hep anneler günüyle ilgili yazılmış, ben de yazayım dedim. Ama yazacak bir şey bulamadım. Çünkü annemin değerini anlatabilecek kadar yüce bir kelimem yok. O kadar geniş bir kelime haznesine sahip değilim. Annemin, müstakbel kayınvalidemin anneler gününü kutladım. Tabi kayınvalideciğime mesaj attım. Hayatım da anneme mesaj atmış. Böyle şirin şirin mesajlaşmışlar. Çok tatlılar =)) Anneciğim her zamanki gibi aldığım hediyeyi beğenmedi, değiştirecek. Ben mi çok zevksizim acaba.. 

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Gözlerime bak ve beni sevdiğini söyle!! Nayıırr! Söylesene lan !

  Bugün birkaç aydır görmediğim lise arkadaşlarımla buluştum. Anladım ki arkadaşlık onlarmş, içten gülmek onlarmış, samimi sohbet onlarmış. O kadar özlemişim ki böyle söylediklerinin altında başka anlam aramam gerekmeyen insanlarla olmayı. Yanlarında gerçek bendim. Huzurluydum, güvenliydim. Bana bir şey olsa benim için gerçekten endişelenecek insanlardı onlar. Lisede çok şey yaşandı hatta sonrasında da ama gerçek arkadaşlık böyle demek ki. Neler yaşanırsa yaşansın bir araya gelindiğinde birlikte büyüdüğümüzün bilinciyle davranabilmek yani. Üniversitede o kadar huzursuzum ki. Karnımın ağrısından ders dinleyemedim geçen gözümden yaş geldi ama kimse dönüp neyin var demedi. Neden? Hayvanlar çünkü. Önemli değilim onlar için. Onlar da benim için önemli değil. Özlemişim var olduğumu hissetmeyi. Üniversitede hissedemiyorum ben bu duyguyu. Varım, oradayım, konuşuyoruz, dedikodu yapıyoruz sinsi gibi, ama kimse kendinden bahsetmiyor. Herkes başkalarından bahsediyor. Samimiyetsizlik var işte. Geçen tanımadığımız bir kız yanımıza oturdu. Kaşlarını çizdirmiş, gözleri lenslii, gudubet bişey. Arkadaşımın adı Eda olsun. Geldi Eda'yla bana saçlarından bahsetmeye başladı. Geçen dönem bakır rengiydi benim saçlarım hatırlamıyor musunuz dedi. Eda önce yok bu renk de güzel falan filan dedi. Kız gittikten sonra da ayy işim gücüm yok saçlarını mı takip edicem dedi. Ama aynı gün bana senin saçların bi ara kızıldı demişti. Beni takip etmiş gayet de. Neyse işte kim bilir benim yüzüme nasıl söylüyorlar arkamdan ne söylüyorlar diye düşünüyor insan haliyle. Nefret ediyorum işte. Mal mısınız lan!

Çok saçma gelebilir şimdi söyleyeceğim şey ama, geçen gün bir şey düşündüm. Mesela ben şu insana güvenirim şunu şunu emanet edebilirim diyoruz ya, bence gerçekten güvenilecek insanı bulmak için şu soru sorulmalı. Ben bu insana mutluluğumu emanet edebilir miyim? Bir düşünün. Karşınızdakine yaşadığınız, sizi mutlu eden bir şeyi anlattığınızda, karşınızdaki kişi gerçekten sizin için mutlu mu oluyor yoksa neden o yaşamış da ben yaşamadım mı diyor? Gerçekten mutluluğunuzu paylaşan kişiyi anlamak çok zor bence. Gözlerinizin içine bakarak mı dinliyor? Gözlerini kaçırıyorsa bence çoktan sizin yaşadığınız şeyi kendi hayatına kopyala yapıştır yapmıştır bile. Ben düşündüm de gerçekten somut şeyleri bir kenara bırakıp soyut şeyler üzerinde düşünürsek anlayabiliriz ancak samimiyeti. Mutluluk da aynen böyle işte. Çok önemli. Mutlu olmak için yaşıyoruz. Ya da hakkını vererek yaşamamız için mutlu olmamız şart. Sonuçta en önemli şey mutluluk.  Hislerinizi, özellikle mutluluğunuzu emanet edebileceğiniz kişiye güvenin sadece, gerisine mutlu olduğunuzu bile söylemeyin. Söyledikçe mutsuz olursunuz. Ben mesela özellikle sevgilimle aramın iyi olduğunu söylememeye çalışırım. Söyledim ya hemen akşamında kavga ederiz çünkü. Çok sinir bozucu.

Farkındayım evet mutluluk kelimesini ilk defa bu kadar çok kullandım xD.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı...

  Çoğu sıkıcı sabah gibi bindim otobüse kalkmasını bekliyorum. Taksim otobüs duraklarının oralarda dolaşan bir adam vardır. Evsiz, sürekli duraklarda uyur falan. Her zaman görüyorum böylelerini ama bu kadarını tahmin etmezdim. Camdan dışarıyı seyrederken, her zaman gördüğüm adam geldi, tam da biraz önce beklediğim durakta durdu. Yapacağı şeyin hazırlık aşamalarına başladı ama ben içimden "Hayııırrrrr!" diye bağırıyorum. Döndü otobüse arkasını (neyse ki) işedi otobüs durağına. Beynim kusmak ve kusmamak arasında gidip gelirken durakta ufaktan bir gölet oluştu. Aradan biraz zaman geçti. Bir kız geldi durağa. Elinde ponponlu eldivenleri, çıkardı çantasından sigarasıyla çakmağını, tam yakacakken çakmak yere düştü. Eğildi çakmağa, ben yavaş çekimde izler gibiyim, aldı çakmağı göletten. Ama tabi gölet dediğime bakmayın ıslak bariz ama öyle şap şup göl olmadı yani. Neyse ponponları da nasibini aldı yerden. Tepki vermek istedim ama şaka gibi bir sahne yani veremedim. Yaktı sigarasını, içti gitti. Sonra başka bir kız geldi, durakta volta atmaya başladı. Oturdu, ayaklarını topuklarını yerde sabitlemek suretiyle yere vurmaya başladı. Şap şup. Kalktı yürüdü. Ayakkabıları iz çıkardı kuru asfaltta.
 
O kız o eldivenleriyle belki küçük bir çocuğu sever, belki sevdiceğinin elini tutar. Diğeri evine girer, çıkarır ayakkabılığa diğer ayakkabıların üstüne koyar. Bilinmez. Ama düşünmek bile komik.

15 dk nın sonunda nihayet otobüs hareket etti . Son anda yaşadığım şok o kızın o ayakkabılarla otobüse binmesi ve önüme oturması oldu.
Biz duraktan uzaklaşırken yine o adamı gördüm. Üşümüş ellerini başka bir otobüsün çalışan motorunda, egzoz dumanlarının arasında ısıtmaya çalışıyordu.

Şu an çoook şaşırdım çünkü yazıya resim ararken şu an anlattığım adamı buldum. Evsiz adamın çaresizliği başlığıyla cidden resmini çekip koymuşlar. Şaşırdım harbi..

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Liste yapmak ya da yapmamak

  Genelde neşeli, hevesli, habire hayal kuran, bazen kurduğu hayaller mutlu olmuş gibi sevinen bazen de ya olmazsa diye ağlayan manyak ruhlu biri olmuşumdur. Olumsuz konuşanlara kızmışımdır, üzülmüşümdür. Ama şimdi o kadar güçsüzüm ki.. Hayal bile kuramıyorum yani o derece. Nasıl geçecek bu durum bilmiyorum. Oldum olası kendimi kötü hissedince liste yapmışımdır. Şimdi kararsızım yapsam mı yapmasam mı diye. Bir hafta da bunu düşünerek geçer artık. Her gün yapmam gerekenleri yazarım. İlk gün yaparım, ikinci gün sıkılırım, üçüncü gün bırakırım. Hep imrenmişimdir çok düzenli insanlara. Anlatırlar bir de ballandıra ballandıra yok her gün egzersizimi yaparım, bir saatimi şuna ayırırım, hiç aksatmam bu aktiviteyi. Ya nasıl yapıyorsunuz arkadaşım hiç mi bıkmıyorsunuz. Varsa bir yöntemi bana da söyleyin cidden minettar olurum.  Ya 2 aydır piyano çalışmıyorum çaldığım parçaları unuttum. 6 haziranda sınavlarım başlayacak illa mayısın sonuna kadar bekleyeceğim.

Sevgilimle konuşurken bile hep hayal kuran taraf ben olmuşumdur. Çok korkmama rağmen anne olma isteğimi atamadım içimden o rüyayı gördüğümden beri. Evet rüyamda anne olmuştum ama nasıl güzel bir duygu hissettim anlatamam. Dün konuşurken sevgilim beni kendime getirmeye çalışıyordu. Normalde söylese bana böyle sırıtmaya başlarım. Sorumluluklarımı sayıp öyle olcak böyle olcak gün gelecek ebeveyn olacaksın.. dedi. Ebeveyn olmak bile çekilmez geldi bana. Daha kendimi taşıyamıyorum. 

Sıkıntıdan yemekteyiz izledim. Aklıma çok saçma bir ayrıntı takıldı. Şimdi bu yemekteyize katılan erkeklerin %90ı gay. Tamam cinsel tercihin öyle olabilir de neden normalde kadın gibi davranırsın ki. Yani erkek olarak yaratılmışsın istemiyorsun belki ama bare ağzını yaya yaya kadın gibi konuşma ya. Hatta blog için adres alırken kadın, erkek ve diğer diye seçenekler vardı. Abi diğer nedir ya erkeksindir ya kadınsındır. Orada cinsiyet yazıyor hangi cinsten hoşlandığın ya da fantezilerin söz konusu değil yani. Erkek olarak yaratılıp kadınlardan hoşlanmıyorsan bu erkek olduğun gerçeğini değiştirmiyor kusura bakmasın kimse ağzını yayarak konuşup o kaba vücuda kadın edaları vermeye çalışıp neyi anlatmaya çalışıyorsun? Kadın olmak istiyorum mu erkeklerle sevişmek istiyorum mu demek istiyorsun nedir yani?

Neyse sıkıntıdan gereksiz bir konu uzadı. Ders çalışmam lazım aslında. Çünkü Nora'cım git şu okuluna diyen düşünceli sevgilime okula gitmememin yanında olumlu bir ayrıntı söylemeliyim =).

Bir anlık değil, ömür boyu gülümseme sebebime.. =)

  Okuldan çıktım, çoook moralim bozuk İstiklal Caddesi'nde yürüyorum. Ama nasıl yavaş yürüyorum 15 dk lık yolu en az yarım saate çıkardım. Ki ben hızlı yürürüm hele ki kalabalığı hiç sevmem. Ama kafam o kadar dolu o kadar üzgünüm ki.. Kafamı kaldırdım tam karşımda 40 lı yaşlarda bir adam gördüm. Caddenin ortasında durmuş bana bakıyor ve çok içten gülümsüyor. Suratım nasıl asıksa adamcağız anlamış ne kadar üzgün olduğumu. Ama öyle içten bir gülümseme ki resmen bana asma suratını, gülümse, mutlu olmak için sebep çok diyor. Gözlerinden, gülümsemesinden teselli ediyor sanki..Baktım adama geçtim yanından ve o halimle gülümsedim. Çok samimi bir şekilde, hiç konuşmadan, şirin mi şirin bir gülümsemeyle beni de gülümsetti. Birkaç adım attıktan sonra resmen içimden gidip teşekkür etmek geldi. Yapamadım tabi. Üstünden 3 sene geçti, hala arada aklıma gelir, içimden tekrar tekrar teşekkür ederim..
  
  Yine sıkkın canım biraz. Ama bu sefer o zamanki gibi bir tesadüfe ihtiyacım yok. 2.5 senedir hayatımda bana gülümseyen, bırakın beni gülümsetmeyi, en kötü zamanımda kahkaha atmama sebep olan mükemmel, eşsiz bir insan var. Hatta bu yazının sebebidir kendisi. Hayatım, sana teşekkürü borç bilirim =)