29 Temmuz 2011 Cuma

Bi saçma sapan konuşmayın be

   Offf ama ben gerçekten bir blog okurken yazarın sürekli kendinden çok farklı ve özel bir insan olarak bahsetmesinden sıkıldım. Ben çok böyleyim ben çok şöyleyim, uçlarda yaşıyorum.


   "Sayın okuyucularım, ben aslında normalde insanların hiç sevmediği şeyleri seviyorum, yani ben çok farklıyım sizden. Çocukluğum da öyleymiş benim, çok yaramazmışım ehe. Ben şöyle şöyle yaparmışım çocukken de. Yani doğduğumdan beri sizden daha özel ve farklı olduğum belliymiş. Yüksek yerlerden kafa üstü atlıyormuşum ehe."


   "Ben deliyim, biraz psikopatım sanırım... Bazen öyle şeyler yapıyorum ki nasıl cesaret edilir ki o şeylere. Siz edemezsiniz de ben çok deliyim yeaa. Çok düzensizim, çok manyağım, arkadaşlarım da hep grubun psikopatı derler bana. Küçüklüğümden beri hep kurallara karşı çıktım. Bizimkiler de hep diyo zaten benle hiç başa çıkamazlarmış. Kendimi tuvalete kilitleyip üç gün çıkmazmışım sinirlendiğimde yeaa."


   "Ya işte bana ne kadar güzel olduğumu falan söylüyorlar ama bence değilimm. Uzun boylu, zayıf, renkli gözlü, uzun saçlı olabilirim belki insanlara çekici geliyor olabilirim ama ben kendimi hiç beğenmiyoruuuummm. Yani bir aile ziyaretine gidiyoruz bütün konuşma ben ne kadar büyümüşüm ne kadar güzelleşmişim falannn. Yolda rahat yürüyemiyorum. Küçükken de annemin makyaj malzemeleriyle kendime makyaj yaparmışıımmmmmm . Ne tatlıymışımm yaaa ^^."


   "Evet, yazdım yazımı, bol bol kendimi de övdüm sanal alemdeki hiç tanımadığım ve benim ne kadar farklı olduğum umurlarında bile olmayan insanlara. Artık rahat uyuyabilirim."


  
    Nasıl bir ego tatminidir, anlayamıyorum. 

28 Temmuz 2011 Perşembe

-Yavaş lan oğlum, bir durun ! -Hadi lan oradan !

   Vay anasını. Nasıl günler geçiriyoruz, cidden şaşkınım. Bir sürü şehit verdik, Amy Winehouse'u kaybettik, Norveç'te herif katliam yaptı, Çin'de doğumları azaltıcı politika yüzünden bebek alışverişi gündeme geldi... Bunların yanında bir şey daha oldu ve ben ilk duyduğumda cidden şaka sandım. Özerklik isteyen insansılar vergi ödemeyi düşünmediklerini, merkezi yönetimden yardım beklediklerini belirttiler. Cidden ilginç.





   Yüzsüzlüğün bu kadarı. Sen de ki biz ülkeyi bölüyoruz, merkezi yönetim hizmetlerini bize de sunacak, ama biz bu hizmetlerin verilmesi için hiç bir katkıda bulunmayacağız. Yani resmen parazit olarak yaşamayı, kanımızı emmeyi talep diyorlar. Bizim onların yerine de vergi ödememizi talep ediyorlar. Bizden beslenmek istiyorlar. "Asmayalım da besleyelim mi?" yanlış zamanda yanlış yerde söylendi. Asıl şimdi söylenmeliydi. Bu arada Tayyip Erdoğan'ın tepkisi ilginçti. "Vergi ödemezlerse bedelini öderler." dedi. Bilmiyorum bu ne demek. Yani alın size özerklik ama vergi ödeyin mi, yoksa babayı alırsınız mı, anlayamadım. Şunu da belirtmek isterim ki, ırkçı ya da faşist değilim. Ama kimse bu kadar yüzsüz bir şekilde topraklarının bin bir güçlükle kazanıldığı ülkemi bölmeyi talep edemez.

   Amy Winehouse hakkında çok yazıldı çizildi, hiçbir şey demek istemiyorum. Sadece bizi kendinden mahrum bıraktığı için kızgınım.

   Norveç'teki psikopat Anders Breivik İslam ve Marksizm karşıtıymış. Çok güzel bir ikili. Herifin avukatına sorduğu ilk soru "Kaç kişiyi öldürdüm?" olmuş. Adam Call of Duty Modern Warfare 2 oynayarak, Dexter izleyerek ve Requem For A Dream dinleyerek hazırlanmış. Call of Duty oynarken gerçekten işe yarar mı lan diye düşünmedim de değil. Demek yarıyormuş. 
   Ceza hukukunun amacıyla ilgili bazı kuramlar var. Toplumsal Yarar Kuramına göre özetle, cezanın şiddetinin önemi yok,  bir cezanın var olması yeter. İlk okuduğumda anlayamamıştım ama Norveç'teki sistemi görünce çok iyi anladım sağolsunlar. Herif o kadar insan öldürdü ama en fazla 17 sene yatacakmış. Ama yatacak derken gerçekten yatacak. Şöyle izah edeyim, dünyanın en lüks hapishanesinde kalacakmış. Ses stüdyosu, yürüyüş parkuru, spor salonu, kütüphane, her odada mini buzdolabı, düz ekran televizyon, son derece lüks banyo var. Hapishanenin dışında ayrıca iki yatak odalı bir villa var. Burası, mahkumun ailesi ziyarete geldiği zaman vakit geçirmesi için. Gardiyanların yarısından fazlası kadın, mahkumlar saldırgan olmasın diyeymiş. Her 15 hücre için IKEA mutfak malzemelerinin dolu olduğu ortak bir mutfak var. Amaç, mahkumların kendilerini dış dünyadan ayrı tutulmuş gibi hissetmemelerini sağlamakmış. Bence hissederler, ben olsam tatilde gibi hisserdim mesela.








   Çin'de de insanlar, bebeklerin değeri fazla diye bebeklerini satmaya başlamışlar.

   İnsan, üstün olarak yaratılmıştır. Bu üstünlüğün sebebi de akıl sahibi olmamızdır. Ama bence akıl sahibi olmak artık üstünlük olarak nitelendirilemez. İnsan denen yaratığın aklını kullandığı şeylere bakın. Ulan arkadaş bizim yaptığımız pisliği hayvanlar yapmıyor hangi üstünlükten bahsediyoruz?

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Bare arkadaşlık kolay olsaydı

   Hani bir his vardır. Küçükken okula giderken de hissederdim. Nasıl anlatsam, böyle evden uzak kalma hissi gibi. Olduğun ya da olacağını düşündüğün yerde yabancı hissetme hissi. Huzursuz, olmam gereken yer burası değil ya eve gitmek istiyorum gibi. Böyle kalbinde boşluk varmış gibi. Of ne bileyim.


   Bazen hissediyorum böyle. Ama bu bazen mekana bazen kişilere bağlı. İnsan en yakın hissettiği kişilerin yanında öyle hissetmez. Ama ben bütün arkadaşlarımın yanında öyle hissediyorum. Anlamıyorum neden tam olarak güvenebileceğim, bu kişi benim gerçekten dostum ve her zaman düşünür beni diyebileceğim kimse yok. Yani yanında gerçekten içimden geçen her şeyi söyleyebileceğim biri. 




   Hepsini öyle görmeye çalıştım. Hepsinin yanında çok doğal oldum. Yalan söylemedim. Lan birine bile acaba arkamdan bir şey söylemişler midir demeyecek kadar güvenemedim, ne kadar kötü bir his. Benim arkamdan bir şey söylemez, söyletmez de diyebileceğim bir arkadaşım olmasını isterdim. Benim yanımda benim sevdiklerim hakkında konuşurken dikkatli davranacak kadar iyi bir arkadaşım olsun isterdim. Sonra öyle bir kişi olsun ki, o kişi ve ben diğer arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde o kişi değişmesin isterdim. Hala hareketleri, tavırları, davranışları aynı olsun isterdim.


   Biri o kişi hakkında bir şey söylediğinde onu savunabilecek kadar ona inanayım, içimde şüphe olmasın. Ben elimden geleni yapıyorum. Erkek arkadaşı için beni satan mı dersiniz, erkek arkadaşının olmayan parasıyla hava atmaya çalışan mı, üst üste yalanlar söyleyen mi, arkamdan konuşan mı, kıskanan mı, başkalarıyla bir araya gelince bana farklı davranan mı, kırmamayı düşünmemeyi bırak kasıtlı olarak kıran mı dersiniz... Her bok var. Ve bu insanlar bir iki senelik insanlar değil. En kısası 6 senelik arkadaşım. Ama ne gerek var ben kimseye yapmadım böyle şeyler. 


   Belki sizin mükemmel bir arkadaşınız vardır. Bir şey demiyorum. Ama inanın ben bu kişileri hep mükemmel arkadaş sandım.





21 Temmuz 2011 Perşembe

Çok teşekkür ederim

    Haziran ayında yazdığım şu postta sizden benim için bir kerecik dua etmenizi istemiştim. Allah'a çok şükür duam kabul oldu. En başta SevdaEzgi ve Kibritçi Kız'a, sonra dua eden herkese binlerce kez teşekkür ediyorum. Her şey istediğiniz gibi olsun, hayatınız boyunca hep mutlu olun. :) Sizi çoookk seviyorum. :)

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ananız soyunsun, olur mu ?

    Şu yazımda Tnt'deki bir programın resimleri vardı. Kanalın eski hali ve yeni halini kıyaslamıştım hatırlarsanız. Kanaldaki programda 8 tane ayrı yarışmacı grubundan, hangi grup internette daha çok izlenirse o kazanıyordu. En son bir kız soyundu, tabi ki en çok o tıklandı ve kazandı. Sırf yazımda bu resim var diye, o resmin linki de "soyunan kazandı" diye, Google öyle bir aramayı benim bloguma yönlendirmiş ki sinirlerim alt üst oldu. Ağzına sıçtığım hasta ruhlu sapığın biri "soyunan küçük kızlar" diye aratmış. Benim istatistiklerimde vardı maalesef. Napıyım yani şimdi sinir krizi geçirmeyeyim mi ? Hayır Google benim bloguma yönlendirdiği için sinirlenmiyorum; küçük kızları soyan insanlardan, bu görüntüleri kaydedip internete koyan insanlardan, bir de bu küçücük kızlara bakarak tatmin olan insanlardan, dünyanın böyle bir yer olmasından, onlarla aynı canlı kategorisinde olmaktan tiksindiğim için sinirleniyorum.


   Prostat olup geberin emi.

Ben, ben olmaktan çıktım

   Mutlu olduğumda, mutluluğum ne kadar sürecek diye düşünerek kendimi mutsuz etmekten yoruldum. Yemin ederim yoruldum. İleride ne olacağını düşünmeden, anı yaşayabilen varsa formülünü bana da söylesin. Çok fazla ileriyi düşünmekten, çok fazla hayal kurmaktan gerçekte olanları algılayamaz hale geldim sanırım. Kendimi o kadar olacaklara, daha doğrusu güya olması gerekenlere odaklıyorum ki, en küçük bir terslikte hayal kırıklığım gereksiz fazla oluyor. Yoruldum. Sadece kendime zarar vermekle kalmayıp en yakınıma da zarar vermekten yoruldum, üzüldüm. Üzgünüm, özür dilerim.






   Zaten sinirim bozuk, bir de aklıma en gıcık olduğum şarkılar takılınca daha da bozuluyor. Candy midir Kendi midir ne boksa, "gezijeem tabe tozujaaam tabe var mı diyeceğin" diye bir şarkısı var. Geçen televizyonda maalesef denk geldim. Kumanda bozulsaydı, elektrikler kesilseydi de görmeseydim. Takdir edersiniz ki artık çok geç.


   Ayrıca her mevsim değişikliğinde aynı haberleri görmekten sıkıldım. Bütün ana haber bültenini işgal ediyor resmen. Yazın ünlüler bikiniyle yakalanıyor. Ya neden "yakalanmak" kelimesi kullanılıyor kaçan mı var? İnsanlar neyle girecekler denize, kot pantolonla mı? Her kadında belli bir yaştan sonra selülit olur ne bok var bu kadar büyütecek? Hayret ya. He Ege ve Akdeniz şehirlerinde tatil yapan üstsüz turistleri unutmayalım.
   Sonbaharda havalar soğur, soğuk algınlığından korunmak için dandirikten bir doktor açıklamalar yapar. Okullar açılır, öğrencilerin okulun ilk günü duydukları sevinç konulu röportajlar yapılır. Arkadan öğrenciler sırıtıp el sallar. 
   Kışın sel baskınları, yolların kapanması konulu haberler yapılır. Yok tuzlama çalışmaları, yok belediyenin yetersizliği, yok köy yolları... Sonra bir de bu konularla alakası olmayan, Uludağ ve benzeri tatil mekanlarında kayak yapan kesimler gösterilir. Genelde karne hediyesi için çocuklar tatile götürülmüştür. Karda kayıp düşenler gösterilir falan fıstık.
   İlkbaharda, güneş yüzünü gösterdi temalı, mutlu insanların çimlerin üzerinde piknik yapmaya çalıştığı kareler görürüz genelde. Çiçekler, böcekler, derslerden sıkılmış öğrenciler... Tabi bahar hastalıkları için şifalı bitkileri ve beslenme alışkanlıklarımızı bize hatırlatan röportaj doktorlarını unutmamak lazım. Ramazan, bayramlar, özel günler ve haftalar... Ne malzeme var muhabirlerde he. Arada bir terör, şike gibi olayları ele alıyorlar. Utanmasalar hiç göstermeyecekler, biz sadece gazetelerde okuyacağız artık önemli gelişmeleri. 


   Şu yazıyı yazana kadar 4 yerimden ısırıldım. Yarasalar sivrisinek yerlermiş. Keşke evcilleştirebildiklerimizden olsalarmış. Raid işe yaramıyor çünkü. 


   Bu arada Breaking Bad başladı sonunda ! İlk bölüm ne ara başladı bitti anlamadım, mükemmeldi. Bu sezon da kalitesini aynen sürdüreceğini ilk bölümden göstermiş. Ayakta alkışlıyorum. Her bölüm ayrı heyecan, izleyin kesinlikle. Sizi seviyore.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Size bir sorum var ( toplumsal içerikli değil valla )

   Şimdi benim bir sorum var size. Biliyorum cevap vermeyeceksiniz. Ama olsun bir umut yazıyorum. Bazılarınızın sayfasında izlediklerim bölümünde benim linkim hiç güncellenmiyor mu yoksa sadece ben mi öyle görüyorum anlamadım. Hala bir ay önce yazdığım ahanda şu yazı görünüyor. Hiç şöyle "bir gün önce" yazdığını görmedim. Siz görebiliyor musunuz?

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Yanlış yere bakıyorsunuz

Özerklik istiyorsun demek.
Verelim mi? 
Tamam.  
Bak bakayım götüne.
Aaa bak orada ne varmış!

Yetti mi? Yoksa daha yer var mı?
Daha da verelim mi ister misin?



Sıçtık, gidelim

   Hayvanlara yardım eden insanlara saygım sonsuz. Ama benim yardım edecek kadar param olsa hayvanlardan önce annesi babası olmayan çocuklara yardım ederdim. Hayvanlar doğaları gereği yardıma ihtiyaçları olmadan da yaşamlarını sürdürebilirler. Gerçi biz insanların mahvettiği doğada bu biraz zor farkındayım ama çocuklar için kötü şartlarda yaşamanın daha zor olduğuna eminim.


   Nasıl bir zihniyet ilkokul çağındaki çocuğunu zorla çalıştırır, kaldırım köşelerinde dilendirir !? Hani derler ya Allah annelere çok özel bir his verirmiş ancak anne olunca anlaşılırmış falan. Gerçekten insan evladına nasıl böyle bir kötülük yapabilir aklım almıyor. O anneler hissetmiyor mu o hissi acaba ? Bugün metroya binerken 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. "Ne olur alın" diyerek mendil satmaya çalışıyordu. Nasıl içim gitti anlatamam. Buğday tenli, masmavi gözlü dünya güzeli bir çocuktu.


   İnsan denen varlık gerçekten şerefsizin, pisliğin teki. Ne kötülük varsa bizde abi. Cinayet bizde, tecavüz bizde, hırsızlık bizde, terör bizde, nankörlük, pislik... ne varsa bizde. Hayvanlar kadar olamadık.


   Matrix'te, Ajan Smith karakteri çok doğru bir şekilde tanımlamış bizi : Sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. Bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz. Bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. Ama siz insanlar öyle değilsiniz. Bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. Canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. Bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musunuz? Virüsler. İnsanlar hastalıktır. Bu gezegenin kanserleri. Sizler vebasınız.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Bir oyun kadar basit her şey aslında...

   Sims oynuyordum. Hayat'la bana benzeyen iki karakter yaptım bizim oyunumuz olsun diye. O özel ajan oldu, ben de gen analisti. Çok şirin bir evimiz oldu. En başta o kadar paramız olmasa da sonra kazandık birlikte. Çok güzel iki çocuğumuz oldu. Kız olan bana, erkek olan ona benzedi. Kızımız evlendi. Kocaman yeni bir ev aldık. Çok şirin bir torunumuz oldu. Saçlarımız beyazladı. Emekli olduk. 


  Biraz önce fark ettim ki, ömrümüz için süreyi doldurmuşuz. Yakındır Azrail'in gelmesi. Oynamak bile gelmiyor içimden lan artık. Keşke başka karakterler yapsaydım. Sonunu hiç düşünmemiştim ki yaparken.


  Oyun da olsa koyuyor lan işte!



11 Temmuz 2011 Pazartesi

Hem güzel, hem güçlü,hem akıllı, hem de mutlu olabiliriz sanki...?

  
 Hayatım biraz Gossip Girl gibi olsun. Bir sürü entrika olsun. Herkes birbirini arkasından vursa da gerçekten ihtiyacım olduğunda arkadaşlarım yanımda olsun. Olaylar ne kadar karışsa da, depresyona girmek yerine taş ve bakımlı bir şekilde baş etmeye çalışayım. Canımı acıtanlardan en acı şekilde intikam alayım...


   Biraz How I Met Your Mother gibi olsun. Ne kadar taş ve bakımlı olsam da, yanlarında en doğal halimle olabileceğim çok yakın arkadaşlarım ve sevgilim hep yanımda olsun. Artık evim gibi hissettiğim; güzel, içip sıçanlardan dolayı uzak durmak zorunda kalmadığım bir bar olsun hep gittiğimiz... Her daim mutlu son olsun.


   Biraz Breaking Bad gibi olsun. Yaptığım şey yanlış olsa da; ahlaka, yasalara, toplumun inancına aykırı olsa da ben öyle bir sebeple yapmış olayım ki o şey doğru olsun. Ve ne olursa olsun hep arkamı kollayacak bir ortağım olsun. Ben de onunkini kollayayım.


  Biraz Dexter gibi olsun. Kötü bir yanım varsa bu yanımı öyle bir şekilde kullanayım ki, bana da çevreme de sadece yarar getirsin. Kendime olan nefretimi de, dışarıdaki pisliklere olan nefretimi de tam ayarında atayım içimden...


   Biraz House gibi olsun. Gerektiğinde bırak insanları kendimi bile bir tarafıma takmayayım.  Hayat beni yıldırmaya çalışırken, ben dalga geçmeye ve onu bıktırmaya devam edebileyim. Mutsuz olsam da yapmam gereken neyse yapayım. Bana ihtiyacı olan insanların olduğunu biliyim...


   Olur aslında ya. Neden olmasın ki ?


   

8 Temmuz 2011 Cuma

Sayın sözlük yazarları, sözüm size

   Ekşisözlük, uludağsözlük, kötüsözlük ve benzeri. Lütfen girdiğiniz entrylerde "adam haklı beyler",  "liseli ergen",  "ccc .. .ccc",  " ... var dediler geldik" gibi söz öbekleri ve cümleleri kullanmayın. Sizin havanız başka çünkü. Yakışmıyor.

  O zaman ben de size "inci terk" derim. Olmaz.

  

Hormonsuz hava sahası

   Yolda, otobüste, cafede... Her yerde var bu insanlardan. Ve midemi bulandırıyorlar. Kim bu insanlar ? Ortalık yerde yiyişen sevgililer. Ya neden yapıyorsunuz bunu ? Bunlar sizin sevgilinizle özel anlarınız. Bundan, benden önce sizin rahatsız olmanız gerekir. Bu kadar insanın içinde özel hayatınıza saygısızlık yapıyormuş gibi hissetmeniz, ilişkinize bunu yakıştıramıyor olmanız gerekir. Tabi ilişkiniz gerçekse.
  
   Benim gerçekten midem bulanıyor. Ya ben sizi her yerde görmek mi zorundayım ? Hele otobüslerde yiyişenleri hiç anlamıyorum. Kalabalık, pis, iğrenç kokuyor. Bu kadar mı midesizsiniz yani. Otobüste insanlar tarafından uyarılmalarına rağmen devam eden ve utanmadan bir de kendilerini savunup insanlarla tartışan çift bile gördüm. Ve asıl garip olanı genelde erkek tarafın pasif olması. Kadınların hareketleri daha yavşak oluyor ve biri bir şey dediği zaman da susmuyorlar. Erkek kadını susturmaya çalışıyor kadın hala konuşuyor. Utanmıyor da kendini savunurken.


   Dikkatli baktığınızda, düşündüğünüzde şunu farkedersiniz zaten. Dansçı, striptizci, çıplak ve benzeri kavramlar hep kadınlarla özdeşleşmiştir. Erkekler her boku yedikleri halde hep pasiftir nedense. Sadece izleyici olurlar.


   Neyse konudan sapmayalım. Kısaca sevgilinizle yaşadığınız her an güzeldir, anlamlıdır. Ama bazı şeyler sadece baş başayken özeldir.


   Şu resim de ayrıca komiğime gitti.






   

Beni Benden Alanlar Part 4

 
  O kadar Call Of Duty ve Age of Empires oynadıktan sonra içimden ne oynamak geldi ? The Sims! Ama nasıl bir istek anlatamam. Geçen evi temizlerken Sims oynayayım da karakterlere ev temizleteyim lan diye hırs yapıp anında torrentten indirdim. Ama hatalı crack yaptığımdan dolayı oynayamadım. Bugün yeniden denedim, oldu ama maalesef laptopa soğutucu almadan en fazla 20 dk oynayabilirim, o da iyice soğumasını bekledikten sonra. Çok dertliyim bu konuda. Halbuki Call Of Duty oynarken hiç sorun yoktu..


  Ya arkadaş insanların ne kadar çok parası var. Temmuz'un başından beri çoğu marka indirimde farkındayım ama sonuçta bankalar "Aa indirim dönemi gelmiş buyurun bol bol harcayın bu ay fatura ödemeyeceksiniz." demiyor ki. Her indirim döneminde "İndirimden Kaptıklarım", "İndirim Ganimetleri" gibi başlıklar görüyorum. "Ha haa sen indirim döneminde alışveriş yapamadın mı?? Al o zaman, girsin." gibi bir şey.


  Bu ara beni en çok benden alan şu beyinsiz Migros reklamları. "Çocuklar Duymasın" karakterlerinin oynadığı var ya. Ne kadar gıcık ya. Yoksa sadece ben mi gıcık oluyorum lan!


  Bazı internet sitelerinde, ufacık bir bölümde hareketli bir resim ve bir soru var. Ne zaman o resmi görsem kendimi durduramıyorum. "Balerin ne tarafa dönüyor?" diyor. O an işte kendimden geçiyorum. Önce ilk ne tarafa döndüğüne bakıyorum. Sonra diğer tarafa dönüyor gibi görünebilmesi için beynimi zorluyorum falan. İki tarafa dönüyormuş gibi de görebiliyormuşsunuz farklı zamanlarda. İçine edeyim çok sinir ediyor beni.


  Bir olay var cidden beni benden alıyor. Bu başıma birden fazla kez geldi. Mesela evden birini arayacağım. Telefonu kulağıma getirdiğim an alo diye ses geldi. Daha numarayı bile çevirmedim. Dedim oha lan noluyoruz! Meğerse aynı anda biri beni arıyormuş ve ben telefonun çalmasına izin vermeden açmışım. Böyle bir zamanlama olabilir mi? Cidden oha ama.


  Ayrıca, "Görevimiz Tehlike" serisinden nefret ediyorum.


  

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Mim 3#

    Çook sevgili Rory beni mimlemiş. Mim konusu; Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız, neyi kurtarırsınız ?


   Düşündüm de Allah korusun yani fena bi durum. Onu mu kurtarsam yok onu mu derken sahip olduklarımın ne kadar önemli olduğunu anladım. Neyse bu kadar zevzeklik yeter ben piyanomu kurtarırdım.


  Ben de Carlo Magno,pembe mor alg,googhan mimliyorum.  


  Edit: Arkadaşlar aldığım uyarılar doğrultusunda piyanoyu taşıyamayacağımı bildiğimi söylemek isterim :)). Kaybetmek istemediğiniz, manevi olarak sizin için en önemli olan eşyanız nedir diye değerlendirerek cevapladım. Bilgilerinize.. :) 
   Bok mutlu hafta. Beyinsiz Nora.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Mutlu bir hafta ( Umarım, yok yok kesinlikle )

   Herkese mutlu haftalar, mutlu bir pazartesi diliyorum. Sanırım depresyona girmenin eşiğinden döndüm Hayat sayesinde. Ama sanırım, girersem haberiniz olur :). Bu ara garip bir ruh halinde olduğumu takip edenler biliyordur zaten. Atlatıyorum sanırım. Zaten güne iyi başladım. Hayat'ın sesiyle uyandım. (maalesef telefondan). Ve birazdan hazırlanıp aylardır görmediğim Marshmallowumla buluşmaya gideceğim. Marshmallow benim 14 senelik dostum. Maalesef geçen sene üniversiteyi şehir dışında kazandı. Bütünlemelerden sonra sonunda dönebildi İstanbul'a.


   Neyse, asıl bölüme geçelim. Şimdi benim izleyicilerimden moda bloggerı çok var o yüzden onlar yemeyecek oyunumu. Yeni sezon ürünlerini biliyorlardır. :) Olsun ben yine de yapacağım. Biliyoruz ki mükemmel markalar var ve her gün yeni bir ürünle karşımızdalar. Ve biz o ürünler bokum gibi de olsa, "O" markanın diye gözümüzde büyütüyoruz. Şimdi rica ediyorum şu resimlere bakın. Ve Eminönü'nde 15-20 liraya görmüşsünüz gibi düşünün. Size soruyorum. Sümüğünüzü atar mıydınız?



    Aaa bu markanın mıymış çok güzeelllll diyoruz ya. Sırf o marka olduğu için işte. Şimdi bu ayakkabıların markaları enfes modeller çıkarıyorlar. Herkes o markalardan bir ayakkabıya sahip olmak ister bence. Ama sahip olmak isteyeceğim ayakkabıların bunlar olmadığı kesin. Mavi ve mor renklerde modeli olan ilk sıradaki ayakkabılar Gucci'den. Pembe olanlar Christian Louboutin, Bej-turuncu olanlar da Prada. Belki "Ama bu model fena değilmiş." diyenleriniz de olacak bilemem saygı duyarım tabi ki :).

   Modadan bahsetmişken, ne giydim postu yapan bloggerlar, lütfen ürünlerin fiyatlarını da yazınn, noluur :))




3 Temmuz 2011 Pazar

Sıkıldım kendimden

   Okul dönemi, hadi artık tatil gelsin dedim hep. Tatil geldi. Liste yapmıştık Hayat'la. Onun yapacakları, benim yapacaklarım, birlikte yapacaklarımız. O tatilde yapması gerekenleri gerçekleştirmeye başladı. Ama ben yapamıyorum. Enerjim yok. Sınavlarım biteli bir hafta oldu. Ve ben sadece odamı toplayıp geçtiğim derslerin notlarını attım. Yani o kadar sıkıcı bir hayatım var ki. Sabahtan beri dizi izliyorum. 4 bölüm Fringe, 1 bölüm de Pretty Little Liars izledim. Bekliyorum ki Breaking Bad çıksın.
   İstiyorum ki sinemaya gideyim, tiyatroya gideyim, alışveriş yapayım... Ama yok! Ya neden benim hiç gücüm yok ? Neden kaldıramıyorum kıçımı ? Ne oluyor bana ?
   Kitap okumuyorum, piyano çalmıyorum, müzik dinlemiyorum... Kombin, makyaj ve saç yapmak tek etkinliğim oldu. O da dışarı çıkarken yapmam gereken şeyler olduğu için.
   Vitamin mi alsam ki ? Belki red bull içmeliyim.
   Neyse, bende şans olsa sevgilimin spor eğitmeni anasının karnından oğlan doğardı.
   
  
   O değil de, ne yaptım biliyor musunuz? 2002'den beri tuttuğum günlüklerin hepsini attım. İnsan bazı şeyleri unutuyor. Eğer unuttuklarınız kötü şeylerse, sizi üzen ya da pişmanlık duymanıza sebep olan şeylerse yazarak asla unutmamayı garantilemiş olursunuz. 
   Beyin bu. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki düşüncelerimizi durduramıyoruz. Çoğu zaman istemediğimiz şeyler de düşünebiliyoruz. Bazen sadece sinirle ya da bir anlık salaklıkla da çok saçma şeyler düşünebiliyoruz. Ve genelde günlük yazarken çok mutlu ya da çok mutsuz olduğumuzdan salak anlarımıza denk geliyor. Ve o iki saniyeliğine aklınızdan geçmiş olan saçma düşünceyi yazarak somutlaştırmış oluyoruz. Sonra hassiktr nasıl böyle düşünürüm !!? diye kalırsınız okurken benden söylemesi. Günlük tutacaksanız da elinizden geldiğince yüzeysel yazın. Sadece kendinizin okuyacağınızdan emin olsanız bile. Çünkü çoğu zaman saklanmanız gereken tek kişi kendiniz oluyorsunuz. Ve maalesef kaçamadığınız tek kişi de kendinizsiniz. Kaçamadığımız tek şey düşüncelerimiz. Ve durduramadığımız...

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Mutluyum, mutsuzum, mutluyum, mutsuzum, mutluyum...

   Ya hayat ne kadar garip. Bir an bir şey hissediyorsun, sonra bambaşka bir şey. Çok şükür "O" yanımdaydı. Hayatım bana yine hayat, neşe verdi. Sevgilime direk hayat diyorum. Ötesi var mı işte.
  
   Allah hepimizin beyin sağlığını korusun. O kadar söylüyorum. Ben çok küçükken bir şeye çok üzüldüğümde ama kimse beni bir tarafına takmadığında psikolojik rahatsızlık tanısı koysunlar ki anlayın ne kadar kötü olduğumu diye dua ederdim. Küçücük boyumla ettiğim duaya bak. Allah'ım geri alıyorum sen koru!


   Gece gece içimi açan tek bir şey oldu. Yepyeni bir blog keşfettim, henüz sadece 7 post var ama içeriği çok iyi. Tadından yenmez. Gönlümü bu kadar fethetmesinin sebebi ise Bob Ross'la ilgili yazmış olması. Küçüklüğümde de bayılırdım, şimdi de bayılıyorum. Mekanı cennet olsun. Carlo Magno 'nun bloguna buyurun. Eminim hatırlayacaksınız hepiniz :)
   

1 Temmuz 2011 Cuma

Hepinizi bir odaya kapatıp kusturana kadar apaçi müziği dinleteceğim

    Dün sabah nasıl uyandım biliyor musunuz ?  Karşı binada yapılan inşaattan gelen zızzz pat küt sesleriyle uyandım.
    Peki bu sabah nasıl uyandım biliyor musunuz ? Apaçi müziğiyle. Evet daha kötüleri de olabiliyormuş inşaattan. Tamam 12 ye kadar malak gibi yatıyor olabilirim ama bu sabahın 10 unda gümbür gümbür apaçi müziği açan bünyenin ağzına sıçmak istememi engellemez. Gerçi sanırım üst katımda oturan teyzem açmıştı ama olsun onunkine de sıçarım hiç sorun değil. Zaten aramız Barbie'lerle oynadığım zamandan beri hiç iyi olmadı.
   Yani şuraya ailemle ilgili yazmamam gerek öyle bir karar aldım ama yemin ederim zorluyorlar beni.




   Arkadaşlar, kimse için kendinizi zorlamayın. Gerekirse aileniz için bile yapmayın bunu. Bir konuda haklı olduğunuzu düşünüyorsanız durun arkasında. Büyüktür o, ben onun küçüğü olarak üzerime düşeni yapmalıyım falan demeyin. Çünkü onlar önemsemezler sizin ne yaptığınızı, ne düşündüğünüzü. Onlar, üzerlerine düşeni yerine getirmezler. Bu insanlar büyük değil mi ?  Ama yok, onlara yakışmaz büyüklük yapmak, ruhları genç, asiler abi. Kanları kaynıyor.
   
   Ben buraya yazmayacağım, çünkü sen bir bok yemişsindir de öyle yapıyorlardır diyeceksiniz. O kadar şey yapmamışlardır lan diyeceksiniz. Ben de sinirlendiğimle kalacağım. Boş verin ne olduğunu, düşündüğünüzden inandığınızdan kimse için ödün vermeyin yeter. Bu kadar söylüyorum.